18.02.2018

17. !f Bağımsız Filmler Festivali Günlükleri – 4

Princess Cyd

Princess Cyd, çocukluğunda travmatik olaylar yaşamış, ama bunları büyük oranda atlatmış, kendine güvenen, ne istediğini az-çok bilen bir karakter olan Cyd ile bizleri tanıştırıyor. Birkaç haftalığına teyzesinin yanına gelen Cyd’nin hem kendi hayatı ile ilgili önemli dönüm noktaları hasıl oluyor hem de teyzesinin hayatında, düşüncelerinde olumlu anlamda değişiklikler oluyor. Tabii teyzesi dolayısıyla Cyd’de de aynı etkiler oluyor. Bu karşılıklı etkileşimin yanı sıra Cyd’nin daha önce sapmadığı yollarda yaptığı keşifler çok önemli. Zira Cyd’nin cinsel yöneliminin ne olduğunu ölçüp biçerek bulması ve arkadaşı Katie ile yaşadığı özel anlar filmin en etkileyici anları. Tüm bunların yanında yazar olan teyzenin ve onun arkadaşlarının sayesinde ortak olduğumuz derin sohbetler, birbiri ardına yapılan edebi göndermeleri de unutmamak gerek.

Lakin son tahlilde Princess Cyd, ne büyüme hikâyesi olması ne de LGBTİ filmi olması anlamında daha önce söylenmemiş, yeni bir şey söylemiyor.

Tuba BÜDÜŞ

Tom of Finland

Tom of Finland ismiyle daha çok bilinen ve bir dönem çizimleriyle kültürel ikona dönüşen Touko  Laaksonen’in hayatına odaklanan film, İkinci Dünya Savaşı’ndan başlayarak uzun bir dönemi mercek altına alıyor. Finlandiyalı Touko’nun erotik erkek eşcinsel dünyasına ait çizimleri, bu çizimlerle ilgili başının dertten kurtulmayışı, cinsel yöneliminden dolayı kendisinin ve çevresindeki insanların yaşadığı sıkıntılar, savaşın insan psikolojisinde yarattığı tahribat gibi birçok şey filmde kendine yer buluyor. AIDS’in ortaya çıktığı ve baskıların daha da arttığı sürece kadar uzanan dönemde durmadan çizen ve çizdikçe de kendisiyle barışan Touko’nun Finlandiya’dan Amerika’ya kadar dünyanın birçok yerindeki erkek eşcinsellere esin kaynağı olması perdede kendine yer buluyor. Touko’nun kız kardeşi hariç neredeyse hiçbir kadın karakterin kendine yer bulamadığı filmin fazlaca erkeksi olduğu su götürmez bir gerçek. Sinemasal anlamda oldukça başarılı olan filmin Touko Laaksonen’in neredeyse bütün çizimlerini de perdeye yansıtması açısından önemli bir iş yaptığı söylenebilir. Hatta AIDS’ın yayılmasından sonra çizimlerine prezervatifi eklemesi, çizimleri yaparken karakterlerin yüzlerinde savaşta öldürdüğü Rus asker ve aşık olduğu askerden ilham alması gibi ayrıntılar da atlanmıyor.

Tuba BÜDÜŞ

Dünyada gay pornografisini yaratan adamın hayat hikâyesini anlatan yapım, bir adamın başarıya açlığını, kimliğini özgürce yansıtabilme çabasıNI ve tonla geçirdiği badirelere odaklanırken, dönemin koşullarının ağırlığı İskandinav ülkelerinin geçirdiği büyük değişimi göstermesi açısından bile değerli diyebiliriz. Kâğıt üstünde iyi duran bir senaryo olsa da, ne yazık ki vermek istediği duyguları pek yansıtamıyor. Vasat bir başarı hikâyesine dönüşen yapım, biyografik filmleri sevenler için bile yer yer sıkıcı olabilir.

Haktan Kaan İÇEL

Film Stars Don’t Die in Liverpool

Oscar ödüllü Hollywood yıldızlarından Gloria Grahame’nin aşık olduğu son erkek olan Peter Turner ile olan beraberliği ve hastalığına yoğunlaşan Film Stars Don’t Die in Liverpool, bir dönem filmi olarak oldukça başarılı. Amerika ile İngiltere arasında gidip gelen hikâye, Julie Walters ve Jamie Bell’in aynı derecede başarılı oyunculuklarıyla yükseliyor. Birbirlerinin arasındaki muazzam yaş farkına aldırmaksızın aşklarını yaşayan çiftin beraberliği, hastalık trajedisiyle başka bir yöne evriliyor. Konvansiyonel sinemanın tüm formüllerini harfiyen uygulayan yönetmen Paul McGuigan, adeta seyirciyi ağlatmak için tecrübeyle sabitlenmiş tüm formülleri deniyor. Açıkçası sonlara doğru bu durum iyice kabak tadı da veriyor. Filmin oyunculuktan sonraki en iyi yanı ise kurgusu olsa gerek.

Tuba BÜDÜŞ

 

Aşkın yaşı olmadığı tezi üzerinden yürek burkan bir çöküş hikâyesi anlatılıyor. Yaş farkına rağmen Bell ve Benning’in kimyası tutmuş görünüyor. Annette Benning tek başına filmde oyunculuk resitali sunmuş. Rahat bir şekilde bu seneki ödül törenlerinde adaylık alabilirmiş. Kimi dramatik anlarıyla seyirciyi hüzne boğan yapım, her geçen gün yok olan bir yıldızın bir yandan var olma savaşını, bir yandan ona tutkun adamın hüzünle mücadelesini dokunaklı bir şekilde yansıtıyor. Filmin başarılı kurgusu en büyük artısı gözüküyor. Fakat ne yazık ki yönetmenin sınırlı kalması filmin önünü kesmiş.

Haktan Kaan İÇEL