02.06.2017

2014’ün Gözden Kaçan Filmleri

Le Passé

Le Passé

Ali KOCA

Le Passé

Bir Ayrılık’tan sonra geldiği için biraz burun kıvrıldı, hatta ‘aynı şeyleri anlatıyor’ muamelesi yapıldı. Halbuki hiçbir şey değilse bile sadece bir ‘senaryo dersi’ olarak kıymet verilmeyi hak ediyor. Başka birinin elinde karikatüre dönüşecek baş karakteri (Marie) inandırıcı kılan sadece Berenice Bejo’nun ölçülü ve sade performansı değil, yönetmen ve senarist Asghar Farhadi’nin mahareti. Farhadi’nin sadece İran değil, ‘dünya sinemacısı’ olduğunu gösterdiği ve ‘bana her yer aynı, hikâyemi her yerde anlatabilirim’ dedirttiği film. İki kusuru var, yönetmenin bu ‘ispat’ gayesini biraz fazla açık etmesi ve Bir Ayrılık’tan sonra çekilmesi!

Starred Up

Jacques Audiard’ın Yeraltı Peygamberi’nden (2009) sonra “Daha ne yapılabilir ki?” denilen hapishane filmlerinde hâlâ yeni bir şeyler yapılabileceğini gösterdiği için. İngiliz yönetmen David MacKenzie’nin takıntılı ‘tema’sı “erkeğin zaafı, onun en güçlü yanıdır ama yüzleşebilirse”yi hapishane ortamında, içine bir miktar da şefkat koyarak gösterebildiği için. En çok da Hollywood kalıplarına esir olmadığı için. Şiddetli bir film olarak görülmesi, ‘içindeki cevherin’ yeterince fark edilmesini engelledi.

Locke

‘Tek kişilik dev performans’ değil de nedir Allah aşkına! İşinde aranan bir ‘usta’ ve mutlu aile babasının yaklaşık 80 dakikada nasıl da her şeyini kaybeden bambaşka bir adam olabileceğini tek ‘mekânda’, daha doğrusu bir araba yolculuğunda, şoför koltuğunda gösterebilen nadide bir film. Tek oyuncu, tek koltuk; seyirciyi etkileyebilecek başka bütün imkanlardan mahrum bir yapı. Bitmek bilmeyen telefon konuşmaları, Tom Hardy’nin yeteneği sayesinde seyircinin zihninde o an izliyormuşçasına canlanıyor. Her şeyi göstermesine rağmen hayalhanemizi darmadağın eden ‘büyük’ filmlerin yanında, göstermeden hayalimizin sınırlarını genişletmesi ise ‘paha biçilemez’.

Calvary

Diğerlerine göre kesinlikle ‘gözden kaçan’ bir film. Bunun da bir ‘British’in elinden çıkmış olması insanı ister istemez komplo teorilerinin kucağına itiyor! Michael McDonagh, kara mizahın günümüzdeki en iyi temsilcilerinden. Sanırım sinema seyircisi onun dünyasına nüfuz etmede yeterince ‘talimli’ değil. Daha ötesi talepkâr da değil. Bu yeteneğin In Bruges ile parlayıp sönmediğini gösteren, tüm karamsar ve pesimist havası içinde garip bir umut barındıran bu ‘agnostik’ filmin baş karakterinin ‘Tanrı’ya imanda şüphelere sahip’ bir rahip olması seyircide ‘kafa yapması’ için yeterli. Ne de olsa, kafa açan filmler kadar kafa yapanlara da su gibi ekmek gibi muhtacız nice zamandır…