13.04.2018

37. İFF Günlükleri – 6

Körfez

Emre Yeksan’ın ilk uzun metrajı Körfez, özellikle yurt dışında başarısını taçlandırmıştı. Son dönem yerli sinemada örneklerini izlemeye başladığımız bir tür Körfez’de de can buluyor: Metropol hayatından daha dingin bir şehre ya da şehirden taşraya dönüş diyeceğimiz bir eylem var Körfez’de de. Yerli sinemanın ilk dönem taşradan şehre olan yönelimi tersine bir yöne evriliyor yavaş yavaş. İşte Körfez de tıpkı Yozgat Blues ya da Ana Yurdu gibi bu yöndeki evrimi sürdüren yapımlardan. Karakterimiz İzmir’e gelince ise petrol dolu bir tankın ateş alması denizden gelen kokuyu ve çok daha farklı bir sürecin başlangıcının da fitilini ateşler. Bu koku ile başlayan süreç başka bir dünyanın yaratılması mümkün müdür sorusunu sorduracak kadar etkili bir süreci perdeye taşır. Özellikle senaryo ve yarattığı atmosfer konusunda oldukça etkileyici olan Körfez, umudu diri tutmayı başaran ender yapımlardan.

Tuba BÜDÜŞ

Black Tide

Erick Zonca’nın yeni filmi Black Tide, aslında her yanıyla bilindik bir hikâyeye sahip. Kaybolan genç bir çocuk ve onun aranma sürecinde çözülen olaylar, karakterler… Başrolünde yer alan ve tüm filmi adeta sırtlayan Vincent Cassel’in muhteşem oyunculuğuyla hayat verdiği komiserin kaybolan çocuğu ararken kendi hayatıyla hatta kendiyle de mücadele etmesi oldukça etkileyici. Komiser karakterinin Behzat Ç dizisini izleyenlere çok tanıdık geleceğini ise kesinlikle iddia ettiğimi söylemeliyim. Varoluş sorunları yaşayan, hayatında hiçbir şeyi yoluna koyamamış, tam anlamıyla bir kaybeden olan komiserin başka bir ailenin arkasındaki sır perdesinin aralandığı filmin başarılı bir senaryoya ve anlatım tarzına sahip olduğu su götürmez bir gerçek. Filmin barındırdığı trajedinin yanında mizah yönünün de kuvvetli olduğu gözlerden kaçacak gibi değil ayrıca. Yazar adayı öğretmenin ise yine çok tanıdık bir karakter olduğu söylenebilir. Filmin kilit rollerinden biri olan bu yazar adayı karakterin oldukça titizlikle yaratıldığı söylenilebilir.

Tuba BÜDÜŞ

Fransız polisiyesi Black Tide festivalin güzel sürprizlerinden biri olarak karşımıza çıktı. Yönetmenin bilinçli tercihi olan klişe kalıp kullanımı (alkolik polis) içerikte özgünleşiyor ve harika kurulan atmosferi de yanına alarak güçlü bir filme dönüşüyor. Hiç sıkmadan büyük merakla sonuna kadar perdeye bağlayan Black Tide, finaldeki twistleriyle de izleyiciyi sarsmayı, insanlığa karşı nefret skalamızı da şaşırtmayı başarıyor. Yılın önemli film/polisiyelerinden.

Onur KIRŞAVOĞLU

Halef

Vasat bir film olan Hayatın Tuzu ile ilk uzun metrajına imza atan Murat Düzgünoğlu, Neden Tarkovski Olamıyorum filmi ile hem yönetmenlik kariyerinde çıtayı yükseltmiş hem de büyük usta Tarkovski’ye filminde saygı duruşunda bulunmuş, takdir toplamıştı. Fakat yeni filmi Halef, ne yazık ki yükselen ibreyi tersine döndürüyor. Yine Tarkovski ustanın sinemasından derin izler taşıyan Halef, ne yazık ki başarılı oyunculuklar dışında hayal kırıklığı yaşatıyor. Beklediğimiz bu olmamalıydı.

Tuba BÜDÜŞ

The Rider

Hayattaki en büyük amacının, geçirdiği bir kaza sonucu elinden alınması ile büyük bir boşluğa, varoluş sancılarına tutulan Brady’nin yaşamından anlamlı bir kesiti izliyoruz. At binmeye ve eğitmeye hayatını adamış Brady’nin ata binmemesi gerektiği gerçeğini öğrenmesi, kabullenmesi ve iyileşmesi gereken süreç, her anlamda kusursuz işliyor. Hikâyenin ele alınış tarzından atmosfere, karakter yaratımından oyunculuklara kadar her şeyin kusursuz işlediği bir film olan The Rider, her ne kadar at sevgisi ile atlara yapılan zulmün bir nevi aynı noktada buluştuğunun altını çok net çizmese de yine de söyledikleriyle fark yaratıyor.

Tuba BÜDÜŞ

Sergio & Sergei

Sergio & Sergei adlı film S.S.C.B’nin dağılma sürecinde Küba’nın aldığı tavır ve 3 kişinin kurduğu iletişim üzerinden eğlenceli bir biçimde ilerliyor. Siyasete çok bulaşmayan eğlenceli karakterler üzerinden derdini anlatmaya çalışan film bazı anlarda güldürmeyi başarıyor ama hiç sıkmıyor. Keyifli bir seyirlik…

Onur KIRŞAVOĞLU

La mariée était en noir

Klasik filmleri sinemada izlemek bir başka. Bu seferki deneyim Truffaut’un Siyah Gelinlik filmiydi. Kocasını düğün günü kaybeden güzel bir kadının yıllar süren intikam yolculuğunun son dönemini anlatan film konu itibarıyla çok etkilemese bile karakter oluşumu ve Truffaut’un numaralarıyla izlenir hale geliyor.

Onur KIRŞAVOĞLU

Put Şeylere

Onur Ünlü son yıllarda çok film çekmesi, üretim sürecini neredeyse en az seviyede yaşamasından dolayı kötü ve fabrikasyon filmlerle karşımıza çıkıyor. Bunların son örneği Put Şeylere de senaryo ve kurgu matematiği olmayan bir anlatı ile sınırları zorluyor ve sonuç hanesine yine kötü bir karar yazılmasına sebebiyet veriyor.

Onur KIRŞAVOĞLU