16.04.2018
37. İFF Günlükleri – 9
Tystnaden / Sessizlik
Biri entelektüel, kalemi güçlü, kuralcı bir kadın diğeri belki de sırf ablasının aksini ortaya çıkarmak istediği için daha savruk, dışa dönük ve kendini bedeni üzerinden ifade eden bir yapıya sahip iki kadın. Bir de bu iki farklı ve aralarında bitmek bilmez sessiz bir çatışmanın vuku bulduğu iki kadın arasında katalizör görevi gören çocuk…
Fakat Bergman’ın bu filmde yaptığı en önemli hamle bu üç karakteri dillerini bile bilmedikleri yabancı bir ülkede bir otelde konaklatmak zorunda bırakması. Hasta olan büyük kız kardeşin tren yolculuğunu kaldıramayacağı anlaşılınca yolculuğa bir süre ara verilerek bir otele yerleşilir. Genelde pencereden izlediğimiz sokaklarda gördüğümüz tanklardan anlaşılacağı üzere bir savaşın içinde bu ülke. Bergman iki kardeş arasındaki gerilimi bir de dışarıda süre giden savaşın da rahatsız ediciliğini ekleyerek tedirginliği arttırıyor.
Tuba BÜDÜŞ
Palilalim / Dipdekiler
Gerçek olaylardan esinlenen Palilalim, Filipinler’in başkenti Manila’nın mezarlığında geçmekte. Neredeyse birkaç sahne dışında tek mekânda geçen film, adeta koskoca şehirde mezarlığa tıkılıp kalmış, oranın çevresinden bile uzaklaşamayan evsizlerden bir aileye yakından bakıyor. Mezarlıklarda yaşayan ve geçimlerini de mezar soygunu yaparak sağlayan ailenin küçük kızlarının hasta olması da çatışmayı besleyen en önemli faktör. Yönetmen Daniel Palacio, sosyal devlet olgusunun olmayışını, rüşvetin alıp başını gittiğini, sağlık hizmetlerinin hem yetersiz hem de paralı olduğunu ve daha nice mevzuyu asla didaktik olmadan, kör göze parmak sokmadan anlatıyor. Üstelik seyircinin dikkatini karakterlerin günlük rutinlerine, yaşayışlarına, yaptıkları riskli ve bir o kadar da etik dışı işin ayrıntılarına vermesini istiyor. Tüm sakinliğine ve şiddet sahnelerine başvurmayan yapısına rağmen yüreğe bir yumruk gibi oturan, nefes kesen, soluksuz izlenen bir film Palilalim.
Tuba BÜDÜŞ
The Home / Ev
Tek mekânda geçen The Home, içinde barındırdığı trajedinin yanında takdir edilesi bir başka yanıyla daha çok öne çıkıyor. The Home, bugüne kadar belki de bir İran filminde görmediğimiz muazzam bir mizah duygusuna sahip. Öyle ki filmdeki ağlama seslerine adeta seyircilerin kahkaha sesleri eşlik ediyor. Yönetmenin aslında çok büyük bir trajediye kapı araladığı filminde kapanan kapılar ardında ya da kenara çekilip yapılan telefon konuşmalarının ayrıntılarında konuşulanların ağırlığını mizah ile dengeliyor. Odalar ile bahçe arasında kısıtlı mekânda koşturup duran ve hiç durmadan konuşan karakterleri takip eden hareketli kamera ise filmin ritmini sürekli ayakta tutan en önemli etmen oluyor. Bu yıl festivalde gösterilen İran filmleri içerisinde sıyrılan The Home, oyuncu başarısıyla da takdir edilesi.
Tuba BÜDÜŞ
Sideway / Yol Kenarı
Tayfun Pirselimoğlu’nun yeni filmi Yol Kenarı, hayatın sonuna geldiğimizi kusursuz bir atmosferde dile getiriyor. Deniz kıyısında bir kasabada geçen bu siyah-beyaz film, adeta yaklaşan kıyamete teslim olmuş insanları perdeye yansıtıyor. Kasabada yaşayan insanlar -ki çok az bir kısmını görüyoruz- dünyanın sonunun geldiğine de kısa bir süre önce kasabaya gelen yabancının kurtarıcı olduğuna da kuşkusuz inanıyorlar. Pirselimoğlu yaklaşan sonu sadece yangın, sis, kayıplar ya da ölümler üzerinden değil aynı zamanda yakılan kitapların da mimarı olan dikta yönetimi üzerinden de ifade ediyor. Bu zamansız filme seçilen bir tarafı deniz bir tarafı da orman olan kasabanın çıkışsızlığı, uzaklığı, ulaşılmazlığı çok yerinde bir tercih üstelik. Aynı zamanda karakterlerin genelde uçsuz bucaksız mekânlarda yapayalnız resmedilmesi filmin anlattığı meseleye katkıda bulunan önemli şeylerden bir diğeri. Birçok filmden referans taşıyan Yol Kenarı’nı izlerken Stalker, Kosmos, Bela Tarr’ın, Theo Angelopoulos filmlerine ve burada saymakla bitmeyecek nice filmden ya da yönetmenin sinemasından izler taşıyan Yol Kenarı, sabırla izleyen için büyük bir hazine.