28.05.2017

ELEŞTİRİ: Jimmy’s Hall

Jimmy’s Hall, 1920’li yılların başından 1932 yılına kadar, yaklaşık 10 yıl süreyle New York City’de sürgün hayatı yaşamış, sonrasında ülkesi İrlanda’ya dönmüş; ancak kısa bir süre sonra da ülkesine bir daha dönmemek üzere tekrar sınır dışı edilmiş James (Jimmy) Gralton’ın yaşamından esinlenerek insanların eşitlik ve özgürlük mücadelesini anlatıyor.

Jimmy, ülkesine döndükten sonra, gençlerin ısrarları üzerine mekanını, yani ‘salon’u tekrar açıyor. Salonun nasıl kurulduğu ve geçmişte neler yapıldığı, Jimmy’nin ülkesinden neden kaçmak zorunda kaldığı gibi durumlar flashback’lerle anlatılıyor. Salon insanların müzik, resim ve spor eğitimi aldığı, dans edip, eğlendiği, bir şeyleri okuyup, tartıştığı bir işlev görüyor. Hayal kurmak, üretmek, düşünmek üzerine köydeki herkesin emeği ile kurulan bir salon. Salon hem ilk kurulduğu dönemde hem de tekrar açıldığı zaman zarfında kilise ve faşistler tarafından baskı ve tehdit altında kalıyor.

Ken Loach, salonda yapılan aktivitelerin gösterildiği sahnelerle ‘Peder Sheridan’ın’ kilisedekilere seslendiği sahneleri iç içe geçmiş bir şekilde göstererek, çatışan fikirleri kuvvetli biçimde perdeye yansıtıyor. Bu sayede yönetmen sadece Jimmy üzerinden değil, karşıtlığı ‘salon’ üzerinden de gösteriyor. Komünist Jimmy’nin aynı zamanda ateist olduğuna da vurgu yapan Peder Sheridan, “Ya İsa, ya Gralton?” repliği ile de din adamlarının halkın üzerinde algı operasyonunu nasıl yarattığını gözler önüne seriyor. Bu algı operasyonu biz izleyenlere, komünistlerin ve dinsizlerin yetiştiği bir yuva olarak gösterilip, birçok baskıya maruz kalan ve 1954 yılında da kapatılan ‘köy enstitülerini’ hatırlatıyor ve filmin evrensel yapısını ortaya koyuyor. 

Jimmy’nin Peder Sheridan’ın evine gidip, onu salona davet etmesi, onları da anlayalım tavrı, seyircinin empati kurarak, perdeye yansıtılan fikirleri tartmasına olanak sağlıyor. Jimmy ve arkadaşları salon dışında da haksızlığa uğrayan insanlara destek oluyorlar. Bu durum, baskı ve tehditlerin salon dışına da taşmasına yol açıyor.

Paul Laverty’nin mizah dolu, incelikli senaryosu filmin gücüne önemli ölçüde katkıda bulunurken, müthiş sinematografisi ile de film, 1930’lar dönemini çok iyi perdeye aktarıyor.

Ken Loach, film boyunca yarattığı umudun gençlerde olduğu vurgusunu, filmin son sahnesinde gençlerin Jimmy’yi yalnız bırakmayışları ve Jimmy’e verdikleri sözlerle zirveye taşıyor. Filmin son sahnesinde, Jimmy’nin en zor anında gülümsemesi, günümüzde moda slogan haline gelen “Gülmek devrimci bir eylemdir.” sözünü akıllara getirirken; Ken Loach, işçi sınıfının yanında yer alan politik filmlerine özgün ve iyi bir örnek daha ekliyor.