30.11.2017

Jupiter’s Moon: Avrupa’dan Mülteci Manzaraları

Macaristan’dan Avrupa’ya yayılan sorun

Son yılların ilgiye değer sinemalarından biri de Macaristan sineması. Üç yıl önce Filmekimi sayesinde izlediğimiz ve sonrasında ülkemizde vizyon yüzü gören White God (Beyaz Tanrı) filminin yönetmeni Kornél Mundruczó da kanımca takip edilmesi gereken yönetmenlerden biri olduğunu bu filmi ile kanıtlamıştı. Özellikle sosyal konulara getirdiği metaforik açılımlarla “hassas” bir sineması olduğunu izleyiciye duyuran Kornél Mundruczó kimlik krizi, ötekileştirme gibi sorunları ele aldığı White God ile eleştiri oklarını ülkesi Macaristan’dan başlayarak tüm dünyaya yayılabilecek bir şekilde yöneltmiş, yerelden evrensele varan bir anlatım yolu tutturabilmişti.*

Mundruczó üç yıllık bir aradan sonra yine Kata Wéber ile birlikte senaryosuna imza attığı yeni filmiyle karşımıza çıktı: Jupiter’s Moon (Jupiter holdja).

En basit şekliyle “dünyanın gündemindeki mülteci olaylarına sıra dışı bir karakterin gözü ve çevresiyle bakan bir film” olarak ifade edebileceğimiz Jupiter’s Moon, yine metaforik açılımlarla metnini zenginleştiren bir anlatıma sahip. Çok etkileyici bir açılış sahnesine imza atan yönetmen, izleyicinin nabzını ilk dakikalardan itibaren yüksek tempoya hazırlar gibi davranıyor. Tabii gittikçe düşen tempo filmin bir macera filminden ziyade daha derin mevzulara geçişini sağlayan bir drama evriliyor ancak filmin açılış ve kapanış sekansları aksiyon filmlerinde aranıp bulunabilecek niteliğe sahip, üstelik çok da iyi çekilmiş olduğundan fazlasıyla etkileyici. Sinema zevkini görüntüde yaşatan dakikalar en çok açılış ve kapanış sekanslarında doruğa çıkıyor.

Gerçeküstücü bir metin

“Ormanda ırkçı polislerden kaçarken vurulan, ancak ölmeyip süper güçler kazanan bir göçmenin ahlaksız bir doktorla birlikte atıldıkları maceraları anlatan bu film, daha önce benzerini hiç izlemediğiniz bir süper kahraman hikâyesi” olarak tanımlanan filmin öyküsünde gerçeküstücü taraf başkahraman Aryan’ın kendisinin de yavaş yavaş keşfettiği paranormal güçleri. Bu gücün en belirgin tarafı da uçabilmek, daha doğrusu göğe yükselebilmek. Hemen burada hikâyenin ulviyete doğru bir açılım yaptığını söyleyebiliriz. Suçsuz, günahsız olarak arî tarafta yer alan Aryan’ın (Zsombor Jéger) tek istediği insanca yaşayabileceği bir dünyaya kapağı atabilmek. Bu “dünya” da belki de şu anda herkesin aklından geçebilecek Avrupa. Ancak işin rengi pek de öyle değil. En azından yönetmenin bakış açısından Aryan tam bir kurtlar sofrasına düşen “masum” insan modeli.

Filmin açılış sekansında tepetaklak edilen Aryan’ın dünyası görsel olarak da karşılığını buluyor ve yönetmen bize de o tersine dönen kameranın mesajını vermeye başlıyor. Aryan’ın ölmesi gereken saldırıdan canlı kurtulması hikâyenin ilk ters çevrilişi olarak okunabilir. Bundan sonra gök yüzüne yükselen Aryan’a seyircinin verdiği tepki ile Aryan’ın kendi içinde bulunduğu duruma verdiği tepki de aynılaşıyor ve yönetmen ikinci kez şaşırtmayı başarıyor izleyiciyi. Aynı zamanda gerçeküstü nitelik verdiği kahramanı ile seyircinin özdeşlik kurmasını sağlıyor. Üstelik Aryan’ın karşısına çıkardığı doktor modeli ile de seyircinin durması gereken noktanın altını iyice çizmiş oluyor. Seyirci koşulsuz Aryan’ın tarafında durmaya başlıyor.

Tanımlan(may)an çözüm önerileri

Yönetmenin sıkıntılı tavrı da yukarıda bahsettiğim gelişmelerden sonra başlıyor diyebiliriz. Görüntü sineması açısından değil ancak görüntü diliyle kurduğu ve metinle birleştirdiği söylemleri rahatsız edici bir boyut alıyor. Sorunları tanımlamakta sıkıntı duymayan yönetmen, çözümlere giriştiği anda tökezlemeye başlıyor. İlkin yarattığı gerçeküstü hava mistisizme kayıyor ve metaforik anlatımı “dinsel” bir açılıma yöneliyor. Bu konuda tartışmalar olabilir, derdinin tanımlı çözümünün tanımsız olmasından ileri gelecektir elbette tartışmalar da.

“Göğe yükselme” metaforu metne döküldüğü anda ulvi bir nitelik kazanmıyor mu? “Artık göğe bakmıyoruz, bütün sorun burada” minvalindeki repliğin kullanılmasındaki amaç ne? Aryan, tanrısal bir figürü mü imliyor?

Bütün bu soruların filmde tanımsal bir cevaba ulaştırılmadığını söyleyebiliriz de söylemeyebiliriz de… Ben bu soruların tamamen “Tanrı” imlemesiyle cevaplandığını düşünüyorum. Bu yüzden de Aryan’daki saflığın, içine düştüğü cehennemi ortamdan göğe yükselerek kurtulmasının, insanların yukarıya bakmaya davet edilmesinin sebebini, çözümün “tanrısal bir kurtuluş”ta olduğu düşüncesinin vurgulanması olarak görüyorum.

Yazının ilk cümlelerinde de bahsettiğim gibi, Jupiter’s Moon açılış ve kapanış sekanslarıyla nice aksiyon filmlerine taş çıkartacak bir nabız atışına ve dahi estetiğe sahip. Filmin düğüm bölümlerindeki metinsel sıkıntılar bir tarafa bırakılıp tamamen bu yönüyle bile izlenebilir. Takip edilesi bir yönetmenin ve heyecan uyandıran bir ülke sinemasının ürünü olarak da ilgiye değer bir film Jupiter’s Moon. Çözümlerine katılırsınız veya katılmazsınız, hatta “filmin gösterdiği çözüm bu değil” bile diyebilirsiniz. Lakin tüm bunlar için ilk önce filmi izlemek, böylesi örnekleri sinemada izleme fırsatını kaçırmamak lazım.

*Filmin detaylı eleştirisini okumak isteyenler için “Biz” ve “Onlar”: Beyaz Tanrı Filmine Dair