24.08.2022

Karakter Mutfağı: Edward Scissorhands

Yusuf YETİŞ

“Otomatik hüzün: İçli bir robot” 

M. Cioran

Tim Burton sinemasına hayran kalarak yetişen bir nesil, yavaş yavaş büyüdü artık. Özellikle çektiği Alice in Wonderland (2010) Charlie and The Chocolate Factory(2005) Big Fish (2003) ve Bettlejuice (1988) gibi filmlerle birçok kişinin çocukluk dönemindeki hayal dünyasına katkı yapan en önemli isimlerden biri Tim Burton. Bu filmleri biraz daha koyu tonları tercih ettiği Sweeney Todd(2007) ve Edward Scissorhands (1990) gibi daha birçok filmi süslüyor. Bu koyu tonlar arasındaki gidiş gelişi nedeniyle belli başlı filmlerinin yapım şirketi olan Disney ile de arası bir açılıp bir düzelen Burton, kendine has sinema anlayışı, hayal dünyasının genişliği ve aynı oyuncularla çalışma konusundaki ısrarı sayesinde, kendi sinema dilini oluşturabilen nadide yönetmenlerden biri oluyor. Kendi içinde birçok kıymetli film barındıran bu filmografinin en önemli parçalarından birini, Edward Scissorhands filmini (Makas Eller), filme adını da veren Edward karakteri üzerinden incelemeye koyulalım.

Sanırım bu (hikâye) makaslarla başlamalı, çeşitli türde makaslar vardır. Hatta bir zamanlar elleri makas biçiminde olan bir adam bile vardı.”

Önemli baş rollerinde; Tim Burton sinemasından alışageldiğimiz bir isim olan Johnny Depp (Edward Scissorhands) Dianne Wiest (Peg Boggs) ve Winona Ryder‘ın (Kim Boggs) yer aldığı film, aşağı yukarı yukarıdaki cümlelerle başlar. Küçük bir kız çocuğu, büyükannesine, karın neden yağdığını sorar ve büyükannesi küçük kız çocuğuna karın yağmasının ardındaki gizemi yani Edward Scissorhands’in hikâyesini anlatmaya başlar.

Masumiyetin Manifestosu: “İçli Bir Robot” Edward Scissorhands

Rengârenk bir Amerikan banliyösüne tepeden bakan, ıssız fakat bir o kadar da görkemli bir konakta yaşayan bir mucit, hayatının sonlarına doğru bir robot yapmaya ve bu robota can vermeye karar verir. Robotun hemen hemen tüm kısımlarını yapan ve ona hayat dahi veren mucit, robotun yani Edward’ın ellerini yapamadan hayatını kaybeder. Elleri tamamlanmadığı için makas ellere sahip olan Edward, banliyölerin birinde yaşayan Peg Boggs ile tanışınca, tüm hayatı birden değişir. Banliyö hayatına katılmak zorunda kalan Edward Scissorhands, ellerinin getirdiği tuhaflığa rağmen ortama ayak uydurmaya ve bu renkli banliyö hayatına uyum sağlamaya çalışır.

Gotik tarz müzik ve yaşam stilinin ağır bastığı bir sinema anlayışını temsil eden, gerçek hayatında bu stilin temsilcileri arasında yer alan Burton, “Sweeney Todd” karakterinden sonra “en gotik” diyebileceğimiz ikinci karakteri olan Edward Scissorhands’i yaratıyor bu film için. Bembeyaz yüzü, simsiyah saçları ve yine aynı koyu tarzda giyime sahip olan Edward Scissorhands, karakter olarak ise; tüm bu gösteriş dolu tarzının oldukça dışında bir karakter çiziyor. Ellerindeki sıkıntı nedeniyle insanlarla fiziksel anlamda bir yakınlık kuramasa da, duygusal olarak yakınlık kurmada normal insanların kendisinden bile daha başarılı oluyor Edward.

“Edward: I am not complete. (ben tamamlanmadım.)”

Yarım kalmış bir proje olması, insanlardan uzakta, bir başına yetişmiş olması, fakat duygusal olarak tüm insanların hissettiği şeyleri hissediyor olması nedeniyle, duygusal olarak oldukça karamsar, çevresindeki insanların sevgisine muhtaç bir karakter imajı çizen Edward, insanlarla olan ilk temasından son temasına kadar, oldukça hassas bir karakter portresi çiziyor. Makas gibi ellerini avantaja dönüştürme kararı alan Edward, köpeklerin tüy kesimini yapıyor, ağaçları buduyor ve nihayetinde banliyödeki kadınların saç kesimlerini yapıyor. Fakat ne kadar uğraşsa da bir ucube gibi görüneceği gerçeğinden ise bir türlü kurtulamıyor.

“Kim: Sarıl bana!

Edward: Yapamam.”

Mary Shelley tarafından yazılan ve defalarca sinema ve tiyatroya uyarlanan Frankenstein romanındaki Frankenstein’ın Canavarından etkilenmiş gibi duran Tim Burton, Edward karakterini görünüm olarak korkutucu yapmak için elinden geleni yapıyor. Tüm bu korkutuculuğu ise Johnny Depp’in, Edward Scissorhands kompozisyonundaki üzgün bir bakışın altına saklamayı hedefliyor. Edward ne kadar korkutucu durursa dursun, insanlara olan bakışı, masumane tavrı ile ilk görünümün yanıltıcılığına çarpıcı bir vurguda bulunuyor. Edward’ın bu hikâyesini, bir aşk hikâyesiyle de desteklemeyi ihmal etmeyen Burton, canavar görünümlü bir karakter üzerinden, sinema tarihinin en güzel aşk tasvirlerinden birini yapıyor. Sevdiğine dokunamama mevzusunu çok garip bir hikâyeyle anlatmayı tercih ediyor. Edward, tüm bu ucube görünümünün altında, bir aşığın da kalbini taşıyor.