10.05.2022
Reprise: Sıfıra Sıfır Kala
Yazmak öylesine büyülü bir eylemdir ki yazan kişiyi “yazın” evrenine kapatır ve orada onun konaklamasını sağlar. Bu sırada yazma eylemi icra edilmeye devam edilir. Yazdıkça insanın derinliği artar, bakış açısı gelişir, yazmak; kişiyi olumlu manada etkiler. Phillip ve Erik de iki genç yazar adayı ve iyi birer arkadaştır. Film onların ilk romanlarını göndermeleriyle başlar. Bu iki arkadaştan ilk etapta sadece Phillip’in romanı kabul edilir ve yayımlanır. Bir süre sonra Phillip rahatsızlanır bir psikiyatri kliniğinde altı ay geçirdikten sonra oradan çıkar ve tekrar normal hayata karışır. Phillip artık eskisi gibi yazmak istemez, bir nevi yazın evrenine veda eder. Film bir yerden sonra Erik’in yazın evrenine girişine odaklanır ve anlatımı onun merkezinden kurgular.
Erik, yazma tutkusunun peşinden giderken bu yolu Phillip’le beraber yürümek ister, film boyunca onun Phillip’i sürekli yazmaya teşvik edişini görürüz. Ancak Phillip artık o duyguyu hissetmediği için artık yazmaz. Bir nevi sırf “yazmış olmak için yazmayı” istemez. Zaten yazma tutkusu da böyle bir şey değildir. Yazmak kişinin iç gizeminden gelir. Kanımca Joachim Trier de bunu vurgulamak istemiştir.
Tekrarlarla Yaşamak
Hayatın bazen tekrar ettiğini görürüz. Bu kimi zaman inisiyatifimiz doğrultusunda olurken kimi zaman da istemimiz dışında olur. Reprise’daki tekrarlar ise istem doğrultusunda gerçekleşir. Phillip’in Kari’yle daha önce gittikleri gün Paris’e bilet alıp gitmeleri buna örnek teşkil eder. Phillip’in 10’dan geriye sayma tekrarı da bir başka örnektir. Bu örneği ele aldığımızda; birer birer geriye sayarak yani sıfıra sıfır kaldığında her şey düzelecektir. Bu, Phillip’in bir şeylerin iyiye gitmek istemesine yönelik bir inancıdır. Film bu geriye sayma ritüelini son bir kez daha göstererek sonlanır.
Film dönem dönem melankolik bir havaya bürünse de bazı sahneleriyle yüzümüzde tatlı bir tebessüm bırakır. Erik ve Phillip’in idol olarak gördükleri Sten Egil Dahl’ın yaşamına son vermesini yorumlama şekilleri buna bir örnek teşkil eder. Phillip’in; Dahl’ın iki hayranı vardı, birisi ülkeyi terk etti diğeri de çıldırdı diyerek durumu izah etmesi yüzde biraz tatlı biraz da hüzünlü bir tebessüm bırakır.
Joachim Trier’in ilk uzun metrajı olan Reprise’da; anlatılmak istenen olaylar, duygular oldukça sade bir şekilde işlenirken; filmde gereksiz bir ögeye de rastlanılmamaktadır. Bu film Joachim Trier’ın filmografisinin nasıl seyredeceğine yönelik ipuçlarını da içinde barındırır. Oslo üçlemesinin ikinci halkası “Oslo, August 31st (2011)” hayata tutunmayı sorgulatan, insanın bireysel yalnızlığını duru ve çarpıcı bir şekilde işlerken, insanın kendine olan inancının onu hayatta tutan şey olduğunu “öğrenilmiş umutsuzluk” üzerinden anlatıyor. Reprise filmindeki gibi ilahi bir bakış açısı yok bu filmde, o yüzden filmin nasıl sonlanacağını ancak en sonda öğreniyoruz.
“Oslo, August 31st” farklı olarak tek bir kişi ekseninde ilerliyor. Reprise’da ise Erik ve Phillip ekseninde ilerleyen bir hikaye vardı. Film bir bakıma ikiye bölünmüş gibiydi, Phillip’in yazarlık yolculuğu ile Erik’in yazarlık yolculuğu şeklindeydi. Oslo, August 31st’te ise sadece Anders’ın dünyasına giriyoruz. Onun pişmanlıklarını, yaptıklarını, yap(a)madıklarını Oslo’da geçirdiği 1 gün boyunca bir gözlemci edasıyla seyrediyoruz.
Hayata Tutunmak
Bu film de ilk film gibi sade ve duruluktan ödün vermiyor, filmde dikkatimiz sadece Anders üzerinde, onun hayata tutunmayı mı yoksa bırakmayı mı tercih edeceğini büyük bir merakla izliyoruz. Anders için hayata tutunmak sanılandan daha zor. 34 yaşında olduğunu vurgulayan kimsenin kendisine ihtiyacı olmadığını ve sıfırdan başlayamayacağını düşünen bu adam için hayat tutunmak onun nazarında kolay değil. Başarılı ilerleyen bir iş görüşmesini terk edip çıkıp gittiğini, eski sevgilisine ulaşamadığını, onunla görüşmek istemeyen kız kardeşini düşününce Anders yeniden başlamak için bir sebep bulamıyor. Reprise’da ise Phillip belki yazarlık kariyerine devam etmiyor ancak hayatına devam ediyor. Phillip etrafından destek alırken, Anders de ise böyle bir desteği göremiyoruz. Benim de hayatım iyi değil diyen bir yakın arkadaş dışında kimsesi yok. Anders, o yakın arkadaşın pek de bir etkisini hissetmiyor.
En nihayetinde Phillip 10’dan geriye saymaya başlıyor ve sıfıra sıfır kaldığı zamanda iki film özelinde düşünürsek, farklı bir şekilde son görüyoruz. Birisinde yaşamla diğerinde ise ölümle kapanışı yapıyoruz. Reprise ve Oslo, August 31st filmleri incelikle örülmüş senaryolarıyla Joachim Trier’in erken dönem işleri olmasına rağmen sanki usta işleriymiş gibi filmografisinde yerini alacaktır.