24.08.2022

Salgın Temalı Felaket Filmleri

Konuk yazar: Oğuz Albayrak

Korkacak olduktan sonra insan vücudunun verdiği her tepkiyi uzun uzun yorumlayıp hastalık hastası haline gelebiliriz. Günümüzde teşhisi konulamayan hastalıklar sebebiyle her yıl ne kadar insan hayatını kaybediyor bilinmez lakin bir de sebebi aleni bir şekilde bilinip kaçamadıklarımız yani salgınlar var. Salgınlar söz konusu olunca sinemacıların da konu hakkında hem sağlık sistemlerine hem de hükümetlerin tavırlarına karşı söyleyecekleri var. Kimi salgını fonda kullanarak o durumda bile hayatın devam ettiğini vurgularken kimi yapım ise tamamen salgının bizzat kendisine odaklanarak bu şekildeki bir komplo teorisinin sonunda bizleri nelerin beklediğini açık etmeye çalışıyor. İşte sinemacıların gözünden salgın filmleri…

Outbreak (1995)

Tıp ne kadar ilerlese de oluşacak salgın hastalıklara karşı hala yetersiz kaldığımızı anlatan bu yapım gerek aksiyonu gerek gerilimi gerekse de Dustin Hoffman ve Rene Russo eksenindeki romantizmiyle tadında ve izlenilesi bir bileşimi sunuyordu izleyiciye. Listede en çok adı geçen isim Wolfgang Petersen bizleri bir kez daha paranoya ve düşünmeye davet ediyor.

 

Contagion (2011)

Steven Soderbergh paranoyası bizleri minicik bir mikrobun sebep olduğu felaket zincirine davet ediyor. Alt metinlerde sadakat, evlilik gibi kavramlara söylemleri de barındıran film kötüler ilk ölür mantığı ile Gwyneth Paltrow’u öte dünyaya yolluyordu. Paltrow dışında Matt Damon, Kate Winslet, Marion Cotillard, John Hawks, Jude Law gibi oyuncular perde süreleri kısa olan yıldızlarla dolu bir salgın hikayesini bizlere aktarıyordu.

 

Love in the Time of Cholera (2007)

Gabriel Garcia Marquez’in sinemaya uyarlaması son derece zor romanını ortalama bir şekilde peliküle aktaran Mike Newell romanın hayranlarını tabii ki memnun edemedi. Kolera salgını esnasında baş gösteren bir aşk hikayesini anlatan film İtalyan güzel Giovanna Mezzogiorno’nun uluslar arası yıldız olmak için biletiydi ama şimdilik başka sefere diyerek aşkın hastalık, zaman ve başka herhangi bir şeye karşı ne derece dirençli olduğunu da gördük.

Perfect Sense (2011)

Koku duyumuz olmasaydı ne olurdu? Ya tüm duyularımızı kaybetseydik? Eva Green de bu sorunun cevabını arıyor film boyunca. Araya aşk ve romantizmi de ekleyen yapım paranoyak bir fikir ileri sürmektense iki kişi arasında yeşeren aşka odaklanıp salgını fon olarak kullanmayı tercih ediyor. Gribin kol gezdiği günlerde koku duyusu kaybı ve devamı hususunda endişelenip endişelenmemek tamamen size kalmış.

https://www.youtube.com/watch?v=UXrLkYZZ2Lw

 

REC (2007)

İspanyol sinemasının, korku türüne farklı bir boyut getirdiği filmde, bir TV muhabiri ile kameramanı, itfaiyecileri konu alan bir program yaptıkları sırada gelen bir ihbar üzerine, itfaiyeyle beraber ihbarın geldiği eve giderler. Yaşlı bir kadının ev kazası geçirdiğini sandıkları olay aslında dehşet verici boyutlardır. El kamerası görüntüleriyle çekilen film, yarattığı atmosfer ve gerilimin durmaksızın tırmandığı son 15 dakikasıyla türün en iyi örneklerinden.

 

Quarantine (2008)

Televizyon izleyicileri reality showları her dönem sevmiştir. Kimi zaman Kardashian formunda kimi zaman da bir meslek grubu hakkında yapılan bu programlardan bir tanesi masumane başlasa da bir binadaki salgın sebepli tam bir kabusa dönerek canlı can pazarı haline geliyor. Klostorofobisi olanlar için pek de uygun olmayan yapım izleyeni germeyi de son derece üstün bir şekilde başarıyor.

Epidemic (1987)

Hastalıklar denilince pek çok kişiye göre hastalıklı bir ruha sahip olduğu düşünülen Lars Von Trier unutulmamalı. Epidemic, bilgisayardan silinen bir taslak üzerine tamamen rastgele gelişen bir proje ve “Suç Unsuru” ile “Avrupa” filmleriyle beraber üçlemenin bir parçası. Film içinde film kurgusunda geliştirilen Epidemic, kâğıt üzerinde dünyaya hızla yayıldığını varsaydıkları salgının gerçek hayatta kendi yazdıklarının bir sonucu olduğunu fark eden iki sinemacı üzerine kurulu. İkilinin yazdığı her sahne dünyaya onların yaydığı bir virüstür aslında. Tam da Von Trier’den beklenen türde bir paranoya değil mi?

 

Masque of the Red Death (1964)

İlham kaynağı olarak son derece ilginç bir yönteme başvuran film bir şiirden yola çıkıyor. Şiir denilince romantik haller akla gelse de bu düşüncenizi unutturan korku filmi denemelerinden bir tanesi. Salgından korunmak için ilginç bir yönteme başvuran başkahraman kendisini ve sevdiklerini bir kaleye kilitliyor ve içeri girmeye çalışan herkesi öldürüyor. Toplu taşımda birden fazla insan aksırıp tıksırdığı zaman onları öldürmeye gerek yok lakin önlem almayı da ihmal etmeyin. Gribin, üşütmenin ilk şartı bol c vitamini ve dinlenmek.

 

Blindness (2008)

Körlük bir salgın haline gelir mi? Gelir diyorsanız José Saramago’nun romanından Fernando Meirelles’in beyazperdeye uyarladığı filme göz atmakta fayda var. Son derece ütopik bir hikayenin ulaştığı noktalar insanın gidebileceği sınırları göstermesi açısından da etkili. Gösterime çıktığı zaman seyirciden çok ilgi görmemiş olsa da kendi hayranlarını yaratan film hükümetlerin kriz çözmek konusunda aldığı tedbirlerin de ne derece makul olduğunu sorguluyor.