21.11.2017

UBFF Günlükleri – 4

A torinói ló (Torino Atı) 

Muhteşem mizansen ve olağanüstü sinematografiye sahip A torinói ló, Berlin Film Festivali’nden Fıbresci ve Gümüş Ayı’nın sahibi olur. Friedrich Nietzsche’nin içe kapanış öyküsünden esinlenerek çekilen film, Tarr’ın tıpkı diğer filmleri gibi oldukça felsefik. Tıpkı Dünya’nın altı günde yaratılmasına atfen altı gün süren filmde bitmek bilmeyen bir bekleyiş vardır. 146 dakikanın sadece 30 çekimden oluştuğu, durağan, nefis fotoğraf karelerinden oluşan zaman ve mekânın anlamını yitirdiği bir film düşünün.  Tanrı ölmüş ve Dünya’nın kendini yok etmeye başladığı zamanlar yaşanır. Ağaç kurtlarının sesinin yerine yorulmak bilmeyen rüzgârın sesi duyulur sadece.  Baba, kız ve her şeyden vazgeçmiş at sorgusuz sualsiz, sonsuz bir kabulleniş içerisinde beklerler.  Bir ara kaçıp kurtulma girişiminde bulunsalar da bunun ne kadar anlamsız olduğunu anlar ve vazgeçerler. Ki nihayetinde mutlak son gelir. Karanlık… Ebedi karanlık zamanları başlar.

Bela Tarrr’ın ‘’Tanrı öldü ve ben yorgunum’’ sözleriyle sinemaya veda ettiği bu film, insanlığa bir ağıt ve Nietzsche’ye saygı duruşunda niteliğindedir.

The Square (Kare)

Bir önceki filmi Turist ile bizi gelecek filmlerini sabırsızlıkla bekleyen bir hayran kitlesine dönüştüren Östlund, prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nden de ödül alarak heyecanımızı kat be kat arttırmıştı. Beklentileri haklı çıkaran The Square, ihya ediyor diyebilirim. Film başlı başına bir başyapıt olmasının yanında sinema tarihine geçecek asla hafızalardan silinmeyecek sahnelere de ev sahipliği yapmakta. Fragmanda bir kısmını izlediğimiz muhteşem sahnenin sırf devamını görmek açısından bile kaçırılmayacak bir deneyim The Square. Tüm bunların yanında kusursuz oyunculuklar, enfes bir ses kullanımı, müzikler ve Östlund’un önünde saygıyla eğilmekten başka yapacak bir şey olmayan hiciv yeteneği…

Birkaç cümle ile özetlenmeyecek kadar iyi olan bu film, sanırım benim için yılın en iyisi olacak. Bu arada geçen yıl Toni Erdmann’a olan aşkımızı anlamayanların bu yıl da The Square’a olan tapınmamızı anlamayacaklarını söyleyebilirim.