29.10.2022
10. Boğaziçi Film Festivali Günlükleri – 1
Bu yıl 21-28 Ekim 2022 tarihleri arasında gerçekleştirilecek 10. Boğaziçi Film Festivali maratonu başladı. Uzun-kısa metraj toplamda 50’den fazla filmden oluşan programıyla sinemaseverlerle buluşan festival boyunca izlediğim filmlere dair izlenimlerimi sizlerle paylaşacağım. Hazırsanız başlayalım:
À bout de souffle (Serseri Aşıklar)
Kendi adıma festivalin açılışını çok özel bir film olan À bout de souffle ile gerçekleştirdim. Sinemanın bugün geldiği noktayı anlayabilmek adına önemli eşiklerden biri olan film, sinemayı pek çok bakımdan bütünsel olma yükümlülüğünden kurtaran özelliği ve yakın zamanda kaybettiğimiz Godard’ı anmak adına festivalin sanıyorum ki en anlamlı açılışı oldu. Paris sokaklarında salınan kameranın doğaçlama tekniğiyle o ana dek kurgu hatası olarak görülen sıçramalı kesmeleri bir anlatım aracı olarak kullanıldığı filmin bu özgürlükçü anlayışı ise sinemanın bir çatışmalar bütünü olduğunu dile getiren en değerli örneklerin başında geliyor.
Heroji radnicke klase (Görünmez Kahramanlar)
Festivalin ikinci filmi ise bir inşaatta yasa dışı çalışan işçilerin ayaklanmasıyla başlayan sürece odaklanan Miloš Pušić imzalı Heroji radnicke klase oldu. İnşaatı yarım kalan bir beton yığını arasında açgözlülükle işçi haklarının karşı karşıya geldiği ve çatışmadan beslenen hikayesiyle evrensel noktalara dokunan film, tonlar arası anlatımını yer yer dağılan parçalarıyla birleştirmekte zorluk yaşıyor. Meydana gelen iş kazalarının sosyal sınıflar arasındaki ayrılıkları daha da körüklediği hikaye, ahlaki değerleri arasında seçim yapan Lidija’nın önderliğindeki işçi sınıfının aldığı intikam ile final sahnesinin ardından seyircisini adeta koltuğa çiviliyor.
Filme puanım: 5/10
Tebessüm
Seçkimin üçüncü filmi, asık suratlılığıyla tanınan Mustafa’nın babasının kesilen bacağı ile yaşadığı absürt olayları konu alan ve yönetmenliğini Sezgin Cengiz ile Şiyar Gedik’in yaptığı Tebessüm’dü. Filmin isminin ilk görüldüğü ana kadarki bölümle ufak bir heyecan yaratsa da sonrasında standartların aşağısında cıvık bir tada dönüşen yapım, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğini nasıl aldığını düşünmeye sevk ediyor. Dram türünde ilerletemediği hikayesine mizah ekleyen fakat bunu da gişe işi tadına yaklaştıran film, “izle-unut”tan öteye geçemiyor. Filmin ardından aklıda tek kalan ise Onur Buldu’nun hikayeyi ayakta tutmaya çalışan performansı oluyor.
Filme puanım: 4/10
Rodéo
Festival maratonunda izlediğim dördüncü film, toplumsal normlara aykırı davranan motosiklet tutkunu genç bir kadın yaşadıklarına odaklanan Lola Quivoron imzalı Rodéo oldu. Paris’in ıssız bir banliyösünde kasksız olarak motosikletle yüksek hızda akrobasi gösterileri yapan bir grup motorcunun arasına dalan kamerayla ibresi hareketli bir hikaye sunan film, potansiyelini verimli kullanıp seyircisini atmosferini soluma fırsatı veriyor. Julia’nın savaşçı kadın ruhuyla grubun içine dahil olma ve burada kendisini kabul ettirme amacını karakterini yakından markaja alıp aktaran film, asi enerjiyle birleşen motor sesi ve benzin kokusuyla her pek çok sahneye ağır bir şekilde siniyor.
Filme notum: 6/10
Obet (Kurban)
Bu yazımda yer alan son film ise Ukraynalı göçmen bir anne ve saldırıya uğrayan oğlunun yaşadıklarını anlatan Michal Blaško imzalı Obet. Gerçek ve yalan arasındaki perdenin kalkarak birbiri içine geçtiği bir döngü ile nefret ve siyasetle yoğrulan bir toplumun kılcal damarlarına giren film, ahlaki değerleri sorgulatan bir tutum üzerine hikayesini kurguluyor. Üç karakter arasındaki gerçeğe seyircisini de dahil ederek son ana dek karşı tarafın üstüne bir yük bindiren film; medya, siyaset ve sivil toplum kuruluşlarının kendi çıkarlarına uygun manipüle ettiği toplumsal meseleleri yer yer düşük tempoda seyreden bir akışla aktarıyor.
Filme notum: 5,5/10
Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle…