07.05.2016

The 100: Sorumluluğunuz Hayatta Kalmak

Gelecek kurgusu olumlu olarak çizilmez pek sinemada da televizyon dünyasında da. Yani ütopyaların değil distopyaların şekillendiği bir gelecek tasvirine daha çok alışığız. Gerçi çok uzağa gitmeye de gerek yok 1984, Dava, Fahrenheit 451 gibi romanların anlattığı distopik dünyayı yaşamıyor muyuz şu an? Dolayısıyla daha iyiye değil, daha kötüye; daha olmaza doğru yol aldığımızı düşünmek hiç de zor değil. Üstelik bu, sadece siyasî oyunlarla kapana kısılmışlık hissi yaşamakla sınırlı da değil çünkü havayı kirletiyoruz, suyu tüketiyoruz, ormanları yakıyor, ağaçları kesiyoruz. Doğa yaşanabilir olmayı gittikçe yitiriyor ve bunun tek müsebbibi insan. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi insan eliyle yapılmış istasyonlar kazalara yol açıp dünyaya radyasyon yayabiliyor ya da yine insan icadı bombalar ülkelerin yaşam kaynaklarını aniden yok edebiliyor, insanları öldürebiliyor. Ne uğruna? 

Dünyanın yaşanabilir bir yer olmaktan çıktığı zamanlarda uzayda koloniler halinde yaşamaya başlayan insanoğlu, zaman geçtikçe birleşir. Bir gemi (ark) adeta tüm dünyayı temsil eder. Konsey kurulur, seçim yapılır, başkan seçilir. Tüm bunlar, idari yapıyı anlamlandırıyor sanırım The 100 dizisi için. Dünyadan ayrılırken üç jenerasyon sonra dünyaya inip yaşam koşullarının araştırılacağı zaman gelir çatar çünkü ark’ta oksijen tükenmeye başlamıştır. Bunu ilk fark eden ve ark’ta yaşayanlara duyurulması gerektiğini düşünen Jake Griffin ne yazık ki uzaya salıverilir yani infaz edilir. Halka gerçek bilgiyi verme sorumluluğu Jake’in ölümüne sebep olur. Jake’e inandığı ve onu savunduğu için de kızı Clarke hapse atılır. İşte The 100, hapsolan Clarke’ın dilinden duyduklarımızla başlar her bölüm. O ve onun gibi yüzlerce genç, dünyayı sadece işitmiş, denizi görmemiş, havayı solumamışlardır. Üstelik ark’ta hapsolmuşluğun içinde ayrı bir hapis hayatı yaşamaktadırlar. Ve Clarke gibi hapsolmuş yüz genç (hatta içinde çocuk da var) dünyadaki yaşam koşullarını araştırmak üzere dünyaya gönderilirler. The 100, adını dünyaya gönderilen bu çocuk-gençlerden alıyor. Aslında görüldüğü üzere bir çeşit intihara yollanma gibi bir şey onların başına gelen. Ve onlara söylenen “Sorumluluğunuz hayatta kalmak” dizinin mottosu gibi. 

Dünyaya gönderilen yüz genç ilk bakışta bize Sineklerin Tanrısı (Lord of The Flies) romanı ve ondan uyarlanan filmleri hatırlatabilir. Birlikte yaşamak zorunda kalan gençlerin liderlik, idare, iktidar konumlanmaları açısından devlet ve halk alegorisi yapan Sineklerin Tanrısı’na ilk bakışta temasları var The 100’ın ancak gittikçe başka kapılar da açıyor izleyiciye. Özellikle ark’ta kalanların arasında yaşananlar, güven ve iktidar sorunları ve sorumlulukları da gözünden kaçmayacaktır izleyicinin. Dizinin ilk anından itibaren sorunlu gördüklerine karşı takındığı tavır açısından iktidar yanlı gibi gösterilse de başkan ve konseyin gittikçe abartılan sorumluluklarının bilincinde olma halleri diziyi iyilik timsali bir iktidar okumasına kadar götürüyor. Halbuki dünyaya gönderilen yüz çocuk-genç resmen bilinmeyen bir ormana atılmış konumda. Orada yaşamın var olup olmadığını anlamak ve ark’a bu bilgiyi vermek onların sorumluluğunda. Ark’taki halkın dünyaya gönderilen gençler bilgisinden yoksun olmaları da zaman içerisinde oluşacak güven sorununun kilometre taşlarından zannımca en büyüğü. Ancak dediğim gibi yönetimin ilk elde kötü gibi gösterilse de dizinin iktidar güzellemesi yapan hali gözünüzden kaçmayacaktır. Üstelik ark’ta isyan başlatan ve bir nevi kendini düşünen topluluğun da işçi sınıfı olması çok manidar.

Dünyadakilerin hali ise daha karmaşık. Dünyada yalnız olduklarını anlayan gençlerin yerlilerle karşılaştıkları andan itibaren anlaşma zemini üzerinden değil devamlı bir savaş hali üzerinden kendilerini ispat çabaları dizinin düzenden (anlaşma) değil kaostan beslenen bakış açısını gösteriyor. İlk saldıranın dünyalılar olması belki dünyaya gelen gençlerin kendilerini savunma mekanizmaları geliştirmeleri için yeterli bir sebep olarak görülebilir ancak yüz yıldır radyasyon altında bir şekilde yaşamına devam edebilmiş bir (veya daha fazla) ırkın vahşileşmesi kaçınılmaz değil midir? Dışarıdan geleni kendi yaşam alanı için tehlike olarak görmesi çok mu tuhaf? Neyse, bu gibi sorular çok fazla önem taşımıyor The 100 için. Savaşmak, silahlanmak, öldürmek üzerinden yürüyor senaryo. Anlaşma zemini bulmak isteyen akılcı gençler de yok değil elbette. Finn karakteri bu açıdan gençler arasında diplomasiyi temsilen duruyor. Bellamy aksine militarizmi, Clarke da iktidarı simgeliyor. Bir nevi kendi içlerinde devlet kuruyor gençler de. Dünyaya geldikleri anda üzerine basa basa “Kurallar artık yok” deseler bile, kurallar olmadan ilerleyemiyor gençler de. 

Dizinin ikinci sezonu 22 Ekim’de başlayacak. O zamana kadar zaten on üç bölüm olan ilk sezona başlamak ve sezonu bitirmek için bol bol zamanınız var.