30.04.2024
43. İstanbul Film Festivali Günlükleri – 3
43’üncüsünü kısa süre önce geride bıraktığımız İstanbul Film Festivali’nde izlediğim son filmlere dair değerlendirmemin yer aldığı festival günlüklerimizin üçüncüsü sizlerle. Keyifli okumalar dilerim. Önümüzdeki yıl yeni festival günlüklerinde buluşmak dileğiyle.
Seven Veils
Sanatın estetik ve bilinmeyenlerle dolu dünyasını yaşamın gerçekliği içindeki duygularla harmanlayan film, yabancılaşmayla aile travmasını birbirine bağlarken bunu ne yazık ki odak noktasını dağıtan bir anlatım eşliğinde gerçekleştiriyor.
Late Night with the Devil (Şeytanla Bir Gece)
70’lerin talkshow’larına yaptığı neşeli göndermeyle korku sineması dinamiklerini taze kanla besleyen film, doğaüstü bir kaosa sürüklenen zekice kurgulanmış hikayesiyle türün sevenlerine keyifli bir deneyim vadediyor. Hızlı fakat bir an olsun sekteye uğramayan temposunu hipnoz sahnesiyle seyircisinin de zihnini allak bullak eden bir anlatıma dönüştüren hikaye, yılın en dikkat çeken işlerinden birini sunuyor.
Dear Jassi (Sevgili Jassi)
Hindistan’ın farklı sınıfsal seviyelerinden iki gencin aşkını gerçeklere dayanan acıklı trajedisiyle modern bir Romeo ve Juliet uyarlaması sunan film, sevginin önüne gerilen engellerin yol açtığı yıkımı sertliği giderek artan bir dozda veriyor. Dayandığı sanatsal tür ve gerçekliğin verdiği avantajı, Hint usulü bir anlatımla süsleyen yönetmen, fazla risk almasa da özellikle ikinci yarıda artan tansiyonu iyi yöneterek finale doğru çıtayı yukarı taşımayı başarıyor.
Perfect Days (Mükemmel Günler)
Gündelik hayatın kaos ve karmaşası içinde birçoğumuzun başarmakta zorluk çektiği güzelliği bulmak üzerine dokunaklı ve şiirsel bir anlatımla ışıltılı bir yansımaya kapı aralayan film, alçakgönüllü ve dingin bir hayat yaşayan başrolüyle biraz olsun yaşamımıza dair düşünme fırsatı yaratıyor. Müzik kasetleri, ağaçlardan süzülen günışığı, kitaplar gibi günlük hayatın ufak mucizeleriyle varoluşumuzun güzelliklerini en saf haliyle hatırlatan ve mutluluğun bize çok da uzak olmadığını Koji Yakusho’nun adeta karakterin kendisi olduğu harika oyunculuğuyla kanıtlayan film, etkisi bittikten sonra artarak çoğalan ve sinemanın şatafattan uzak bir anlatımla dahi seyirci üzerinde unutulmayacak bir etki bırakacağının en net kanıtı. Filmi festival dolayısıyla beyaz perdede izleme deneyimine şahit olmak ve öncesinde gerçekleştirilen törende Wim Wenders ve Koji Yakusho ikilisini canlı canlı görüp aynı salonda olmak inanılmaz bir deneyim oldu.
Tereddüt Çizgisi
İş ve aile hayatı arasındaki çatışmaların tam ortasındaki ateş hattında doğru kararlar verme aşamasındaki idealist bir ceza avukatını takip eden film, Selman Nacar’ın ilk uzun metrajında yakaladığı tonu devam ettirip yeni bir söz söyleme noktasında kalıplarını kırma başarısını tam olarak gerçekleştiremeyen bir iş. Hırsı, ciddiyeti, rekabetçiliği, işine olan bağlılığı fakat en önemlisi prestiji ve geleceğini aydınlatmak isteyen Canan karakterinin karşı karşıya kaldığı o ahlaki ikilem, filmin can alıcı noktasını oluştururken buna karşın hikayenin belli noktalarındaki boşluklar, biraz olsun hayal kırıklığı yaratıyor. Anlatıdaki keskin metaforlar adalet sistemine olan eleştirisini yaparken Tülin Özen’in dominant performansı filmin tetikleyici gücü oluyor.
Dargeçit
Ülkeyi onlarca yıl geriye sürükleyen ve beraberindeki faili meçhullerle tarihin sayfalarında bir kara leke olan 12 Eylül darbesine ve sonrasında yaşanan sürece karşı adalet arayışının sadece ufak bir kısmını kayda alan belgesel, adalet sistemine karşı yıllar boyunca inançla mücadele eden ailelerin hikayesine ortak ediyor. Devletin hakimi, savcısı ve çeşitli kademeleriyle ördüğü cezasızlık zırhına karşı görmek ve sonsuza dek unutmamak isteyenler için hakikatin ta kendisini yansıtan belgesel, unutturulmak istenen geçmişin bir çığlığı.
Mé el Aïn (Kime Aidim?)
Aile bağları, trajedi ve büyülü gerçekçiliği iç içe geçtiği fakat ağır ilerleyen temposuyla boğucu bir anlatım gerçekleştiren film, festivalin giderayak seyircisinin kucağına bıraktığı bir el bombası adeta. Gizemle dolu olay örgüsünün gerilim unsuruyla bir araya gelmesi özellikle ilk yarının ardından dayanılmaz boyutlara ulaşırken beraberinde ortaya çıkardığı sonuç ise tabiri caizse etkisiz bir eleman oluyor.
No Other Land (Gidecek Yer Yok)
Filistinli avukat, gazeteci, aktivist ve sinemacı Basel Adra ile Kudüs’te yaşayan İsrailli sinemacı ve araştırmacı gazeteci Yuval Abraham’ın İsrail’in uyguladığı insanlık dışı zulüm ve oluşturduğu ateş hattını kayda aldığı belgesel, savaşın kirli ve kanlı yüzünü ortaya koyan sert bir çalışma.