23.09.2016

23. Adana Film Festivali Günlükleri – 3

adana-film-festivali

Geçmiş

Çağdaş Çağrı’nın ilk filmi olan Geçmiş, bir sinema sevdalısının, sinema ile vakit geçirmesinden, onunla oyun oynamasından başka bir şey değil bana kalırsa. Zira Çağrı, filminin ne bir senaryosunun ne de bir çatışmasının olması gibi dertlere girmiş. Tam anlamıyla bir loser karakter olan Yusuf adlı fotoğrafçının hayatından bir kesit izliyoruz filmde. Pulitzer Ödülü bile alan bu adamın hayatı, meslekteki kadar başarılı bir seyir izlemiyor. Hatta meslekteki başarısının tamamen aksi yönde seyreden özel yaşamı onu, adeta bizim izlediğimiz süreçte yiyip bitiriyor. Yıllar önce Mardin Nusaybin’de çektiği bir kızın fotoğrafını görünce onun izinden tekrar yollara düşen karakterimiz, ne yazık ki kendi hayatını yiyip bitirirken bizim de sabrımızı tüketiyor. Kızı arama kararından sonra bir yol hikâyesi de olan Geçmiş, ne yaparsa yapsın sıkıntılı yapısından kurtulamıyor. Akmayan, adeta ıkınan bu film, en çok da salonda kahkahaların atılmasına neden olan başarısız yazılmış diyaloglarıyla hatırlanacak. Bülent Emin Yarar gibi başarılı bir oyuncunun ellerinde bile hayat bulamayan Geçmiş, yerli sinemanın unutulacakları arasında kendine yer bulacak gibi.

Babamın Kanatları

Festivalin dördüncü gününe girmişken şu ana kadar izlenilen yerli filmler içerisinde seyirci olarak yüzümüzü güldüren, bizlere sinemamız adına hala umut olduğunu gösteren ilk film Babamın Kanatları oldu. Kıvanç Sezer’in ilk gözbebeği olan yapım, incelikle yazılmış bir senaryo, rolünün hakkını fazlasıyla veren performanslara imza atan oyunculuklar ve adeta usta bir göz tarafından çekilmiş gibi duran yönetmenliğiyle alkışı hak ediyor. Bir rezidans inşaatını kendine mekan seçen Babamın Kanatları, işçi hakları, yoksulluk, işlemeyen sosyal güvenceler ve daha birçok şeyi kendine mevzu olarak seçiyor. Üstelik hepsini de kararında, hakkıyla filmine incelikle işlemeyi biliyor. Kanser olduğunu öğrenen inşaat ustası İbrahim (Menderes Samancılar) ekseninde dönen film, inşaatta çalışmak zorunda kalan üniversite öğrencisini de, işçilikten kalfalığa yırtmaya çalışan saf, hayalperest genci de hikâyeye eklemeyi ihmal etmiyor. İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin başyapıtlarından Baran’ı bana anımsatan Babamın Kanatları, en az onun kadar dile getirmek istediklerini başarıyla perdeye aktarıyor.

 Rüya

Bir Derviş Zaim sineması seveni olarak büyük umutlarla izlemeye girdiğim Rüya, tek kelimeyle hayal kırıklığı yarattı. Bugüne kadar birçok başarılı filme imza atmış olan Zaim, bir önceki filmi Balık’tan tam iki yıl sonra çektiği Rüya ile karşımıza oldukça kafası karışık çıkıyor ne yazık ki. Filler ve Çimen, Tabutta Rövaşata gibi başyapıtlarla tanıyıp, benimsediğimiz Zaim, dupduru olan hikâyelerinden sıkılmış olacak ki, oldukça karmaşık bir yol izlemeyi tercih ediyor son yapımı ile. Fakat bu karmaşık yolda hem oyuncuları, hem senaryosu, hem kurgusu hem de kendisi kayboluyor bana kalırsa. İnşaat sektörünü, yanlış ve bilinçsiz kentleşmeyi eleştirmek adına, elbette çok iyi niyetlerle çıkılan yolda yolunu kaybeden bir usta görmek beni fazlasıyla üzdü. Film, ilerledikçe karmaşık yapısını toparlayamadığı gibi onun esiri olarak iyice dağılmaktan da kendini kurtaramıyor. Bir süre sonra mantık hataları, kurguda devamsızlık, gülünç duruma düşen diyaloglarıyla maalesef ki dibi buluyor. Rüya, Zaim sinemasının en vasatı olarak pramidin en altına yerleşiyor.

 Sieranevada

Cannes Film Festivali’nde prömiyerini yapan Sieranevada, Romanya Sineması’ndan tanıyıp, sevdiğimiz Cristi Puiu imzalı. 173 dakika gibi uzun bir süreyi neredeyse tek mekânda çeken Puiu, tam bir yönetmenlik başarısı sergiliyor. Babalarının ölüm yıldönümünde bir araya gelen kardeşler, anne, teyze, nine  ve yeğenler hem kendi problemli özel hayatlarıyla hem de birbirleriyle olan sorunlarıyla karşımıza çıkıyorlar. Küçücük bir evin her bir odasına, köşesine yerleştirdiği karakterler ve bu karakterlere bağlı olan hikâyeleriyle farklı farklı çatışmaları bir araya getiren film, tahmin edilenden daha fazlasını veriyor seyirciye. Her karakterle birlikte farklı bir mevzuya ya da bir drama şahit olduğumuz Sieranevada, politik tartışmalardan da, kişisel problemlerden de eşit miktarda faydalanıyor.  Kamera kullanmanın normal anlamda bile zor olduğu bir mekânda adeta döktüren Puiu, su gibi akan diyalogları,  birbirinden güçlü çatışmaları başarıyla bir araya getirmesiyle ve daha birçok marifetiyle zor olanı başarıyor hiç kuşkusuz.