19.12.2023
Anatomy of a Fall: Cinayet mi İntihar mı?
Mithat DEMİR
*Yazı spoiler içermektedir*
2023 yılında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye alan Justine Triet yapımı Anatomy of a Fall filmi, yazar bir kadının meslektaşı olan kocasını öldürmekle suçlanmasını ve yargılanmasını anlatırken bunu soğuk ve mesafeli bir bakış açısını kullanarak gerçekleştiriyor.
Alman oyuncu Sandra Hüller‘in hayat verdiği Sandra karakteri başarılı ve yükselişte olan bir yazarı canlandırırken rahmetli kocası ise yazmak için motivasyona ihtiyacı olan ve üretmekte zorlanan birisidir. İlk sahnede Sandra, evde bir öğrenciye eserleri hakkında röportaj verirken üst kattaki kocası 50 Cent’in P.I.M.P. parçasının enstrümental versiyonu eşliğinde motive olmaya çalışıyordur. Ama biz hiçbir şekilde kocasının ne yaptığını görmeyiz. Sandra şarap eşliğinde çakırkeyif bir şekilde röportaj verirken kocasının ne yapmakta olduğunu kendisinden öğreniriz. Bir tarafta işlerin yolunda gittiğini görüyoruz. Diğer tarafta ise neler olduğundan sadece haberimiz oluyor. Tıpkı filmin devamında kocanın öldüğü -ya da öldürüldüğü- sekansı karısından öğrendiğimiz ya öğrenmeye çalıştığımız gibi. Evi önce röportör kadın terkediyor ardından da evin tek çocuğu Daniel ve köpeği. Evde sadece karı/koca kalıyorlar. Yani kısa bir süre sonra fail ve ölü sıfatını alacak kişiler.
Daniel, köpeği ile kısa bir gezintiden döndüğünde onlarla beraber farkediyoruz kocanın öldüğünü. Adam evin bir katından düşmüş ve kanlar içindedir. Görme engelli çocuk babasının öldüğünü köpeğin adama koşmasından anlar. Anne merdivenlerin tepesinde olaylara sırtı dönük tanık olur. Sanki hep oradaymış gibi gözükür. Sanki oynamak için harekete geçmeyi bekleyen bir oyuncu gibi. Aşağıda ağlayan oğluna koşar. Ona sarılır. Kadının (Sandra) olanlara tepkisi karlı havadan daha serindir.
Kuşkulu Gözlerin Odağında
Sandra ilk sahnedeki o sıcak atmosferdeki samimiyeti ve gevşekliği kocasının ölümünden sonra koruyamıyor. Bu oldukça olağan. Ama kırılma noktasıyla beraber yaşadığı değişim gözle görülür değil. Keskin hatlarla çizilmemiş yani. Bunu olumsuz bir eleştiri olarak söylemiyorum. Bu bariz yapılmış bir yönetmen tercihi. Sandra ile seyirci arasında buzdan bir köprü oluşturuyor Justine Triet. Polislerin kocanın ölümünden sonra gerçekleştirdikleri sorgu sahneleri biçimsiz çekimler ve planlarla oldukça kısa geçilmiş. Burada da Sandra’nın sıcak tepkisi -sıcak diyorum çünkü olabilecek tepki, yani seyircinin olmasını beklediği tepki budur- bilinçli bir tarzla atlanıyor.
Filmin ilk bölümünde Sandra’nın duygularını açığa vurmakta zorlandığını görüyoruz. Bunda Sandra karakterini canlandıran Sandra Hüller’in de yüzünün sertliğinin ve keskinliğinin payı var. Verdiği gündelik tepkiler bizi tatmin etmiyor. Biz ondaki büyük sırrı almak için can çekişirken o bize hep sırtını dönüyor. Hiç renk vermeyen havası bizi rahatsız ediyor ve kendisine duyduğumuz ilgiyi arttırıyor. Bunda Sandra Hüller’in kusursuz performansının yanında yönetmen Triet’nin Sandra karakterine biçtiği değerin de etkisi var. Bunların paralelinde kocanın ölüm sebebiyle ilgilenen yetkililer de sürekli Sandra’nın aleyhinde kanıtlar ortaya koyuyor. Bu da Sandra’ya daha keskin ve kuşkulu gözlerle bakmamıza yol açıyor.
Bilinçli Bir Duygudan Yoksunluk
Filmin ikinci bölümüyle beraber malum olayda Sandra’dan başka şüpheli olmadığı için tüm kılıçlar kendisine çekiliyor ve mahkeme sahneleri başlıyor. Burada filmin en çok hoşuma giden yönü ortaya çıkıyor. Mahkeme bölümlerinde Sandra inanılmaz derecede baskı altında kalıyor. Buna rağmen kendisine bir ya da iki kez yakın plan yapılıyor. Belki defalarca gözleri doluyor, kaç defa nefesi tıkanır gibi oluyor. Ama bize bunlar hiçbir şekilde aksettirilmiyor. Sandra üzerinden duygu sömürüsüne girişilmiyor. Tarafgirlikten uzak kamera açıları seçiliyor hep. Gözlerimiz hep kuşkuyla kısılıyor. Savcı, Sandra’nın üzerine yıkıcı ve tahrik edici sorularıyla defalarca giderken seyircinin gözü yine de Sandra da değil, savcıda oluyor. Çünkü seyirci hep bir bilim insanının pragmatik ve şüpheci konumuna itiliyor. Seyircinin duyguları devamlı bastırılıyor.
Filmde gerçek ile kurmacanın ilişkisine değiniliyor alttan alta. Bazen de bariz bir şekilde yapılıyor bu. Bazen ise fail ve ölünün çatışma noktası olarak kullanılıyor. İkisi de gerçekten kurmaca çıkarmaya çalışan yazarlar. İkisi de bunu kasten yapıyor. Yani gerçek yaşamı bir oyun hamuru olarak görüyorlar, onu yoğurmaktan ve saptırmaktan geri durmuyorlar. Adamın bu konudaki gözü karalığına tanıklık ediyoruz (habersiz şekilde ortamlarda ses kaydı alma) ama kadına dair bir emare göremiyoruz. Belki de Sandra film boyunca bunu yaptı ve bizle oynadı. Savcıyla, hakimle, avukatıyla, medyayla ve çocuğuyla. Kocasının ölümünü çıkış noktası olarak kullandı. Gelişen olayları o da bizim gibi takip etti ve karşılaştığı durumlara renksiz biçimlerde tepki verdi.
Film bittiğinde davanın düğümlerini çözen Daniel’e yapılan zarif ‘zoom in’ler ve Sandra’nın dengeli ruh halleri zihnimizde geniş yer kaplıyor. Daniel’in piyanoda çaldığı ve ruh halini yansıttığı gerilimli ve yüksek tempolu parçaya Sandra’nın dinginleştirici girişi ise Sandra’nın çocuğunun üstündeki hakimiyetini gösteriyor ve bizlere dava hakkında ipuçları sunuyor.