15.03.2017

Aquarius: Kalanların Hikâyesi

Tüm hayatına tanık olan mekâna mıhlanan bir karakter, Clara

Aquarius, bugüne kadar izlediğimiz ne çocukluktan yetişkinliğe geçişi simgeleyen büyüme hikâyelerine, ne orta yaş bunalımı yaşayan yetişkinlerin bu dönemi aşmasına, ne de hayatının son evresinde mutluluğun, özgürlüğün tadını çıkaran bir ihtiyarın röveşatasına benzemektedir. Zira tüm bu hikâyeler,  gitmek, yaşadığın toprakları, evini terk etmek, var olan işini, alışkanlıklarını değiştirmek, fiziki görünüşünü, tarzını baştan yaratmak üzerine kuruludur. Lakin Aquarius’de karşımıza çıkan Clara, bu saydıklarımız ile taban tabana zıt düşen, bilinen kodları yıkarak, beklenilenlerin tersine bir yol izleyerek seyirciye tatmini yaşatan bir karakter. Clara, gitmiyor, değişmiyor, yenilenmiyor, baştan yaratılmıyor. Clara tam da olduğu gibi, olduğu yerden devam ediyor. Hatta ve hatta olduğu yeri sağlamlaştırıp, tüm hayatına tanık olan mekânda mıhlanıyor.

Üst-orta sınıfa mensup Clara, rahat içerisinde yaşamış, entelektüel, mücadeleci bir ailede büyümüştür. Genç yaşta kansere yakalanmış fakat güçlü iradesi ile bu lanetin üstesinden, hafif bir zayiat alarak gelmiş bir kadın. Toplumda çok da değer görmeyen, ender mesleklerden birine; müzik eleştirmenliğine gönlünü kaptırmış, mesleğinin uğruna çocukları ile uzun ayrılıklar yaşamak zorunda kalmıştır. Doğduğu ev aynı zamanda, büyüdüğü, hastalıkları atlattığı, evlendiği, çocuk sahibi olduğu, kısacası tüm hayatının geçtiği yer olmuştur. Bu ev aynı zamanda geçmişinin de; çok sevdiği halasının ya da artık hatıralarda kalan ebeveynlerinin, evlerinde geçmişte yaşamış yardımcıların ve daha nicelerinin de varlıklarıyla hissedildikleri bir yerdir.

Clara, köklerini, sahip olduklarını bırakmaz asla

Clara, hayatında böylesine öneme sahip olan mekân ile ete kemiğe bürünmüş, bir vücut, bir akıl olmuştur adeta. Devasal yapıların arasında kalan, bu oyunbozan yapı, masmavi rengi ile tam da bir akvaryumu simgelemektedir. Hani kocaman, gösterişli, içerisinde güçlü motorların, aydınlatmaların olduğu, birçok balığın bir arada, bir hengâme içerisinde yaşadığı akvaryumların arasında kalmış, minicik ve içerisinde tek bir balığı olan bir fanus olur ya, hah işte Clara’nın evi orasıdır. Zaten binanın ismi de Aquarius’dur. Bu durumda bu fanusundan ayrılmamakta direnen Clara da bir balıktır.

Bu yönüyle Andrea Arnold’un Fish Tank’ini hatırlamak gerek. İngiltere’nin varoşlarında yaşayan ve büyüme sancıları çeken Mia, yine filmde bir akvaryumun içerisinde yaşayan balık olarak resmedilmişti. Fakat Mia, yaşadığı habitattan yani akvaryumundan kurtulmak isteyen, bu uğurda çocukluğunu öldüren, adeta akvaryumun camına kafasını vura vura kaçan, uzaklara, özürlüğe yelken açan bir karakterdi. Mia, bir yere bağlı kalamayan, aitlik duygusunu, bağlanışları, geçmişi çok da içselleştiremeyenlerdendi. Yüzünü daima bilinmeze çeviren, hep keşfetmeye adapte olmuşlardandı o. Clara ise Mia’nın tersine akvaryumunda hep çok mutlu olmuş, asla gitmeyi düşünmemiş ve yıllar geçtikçe daha da oraya kök salmış, bağlanmış biri.

Clara, tüm bu özelliklerinin getirisi olarak aynı zamanda bir toplayıcı, koleksiyonerdir. Çok sevdiği plakları, kitapları, fotoğrafları ve nesilden nesile aktarılan bir miras değerindeki eşyalarıyla istese de yer değiştirmeye müsait değildir zaten. Anılarını bırakmayı göze alsa da metalardan ayrılamaz ya da onları taşıyamaz. Tam da bu açıdan akıllara Michael Haneke’nin Der Siebente Kontinent’i gelir. Zira Haneke’nin bu başyapıtında yine akvaryum içerisindeki balıklar olarak temsil edilen çekirdek aile, akvaryum dışına firar etmeden önce tüm mal ve para varlıklarını hunharca parçalamışlardır. Yani yine Clara ile taban tabana zıt karakterler vardır karşımızda. Ne akvaryumuna ne de akvaryum içerisinde sahip olduklarına bağlıdırlar. Ama Clara, tüm bu karakterlerin ve nicelerinin tersine toprağına, evine, sahip olduğu anılardan tut da eşyalara kadar her şeye büyük bir bağlılık duymaktadır.

Ruhunu kapitalist şeytana satan Brezilya…

Peki, bu alegori içerisinde alegori taşıyan filme, daha geniş çerçeveden bakacak olursak yani akvaryumu temsil eden yapı, Brezilya’nın değişen, ruhunu kapitalist şeytana satan, vahşileşen, vahşileştikçe de uçurumları derinleştiren sisteme başkaldıran küçük bir azınlık, bu yapının sakini Clara ise eski ile yeninin, modern ile gelenekselin arasında bir köprü görevindedir. Zira Clara, yeri geldiğinde kendi jenerasyonu ile de genç nesil ile de çok güzel ilişkiler kurar. Yerine göre çok sevdiği müziği, plaktan da dinlediği gibi dijital ortamdan da dinler. Eski arkadaşlarına, eşyalarına bağlıyken yeni arkadaşlıklara, işlevsel olan, gerekli tüm yeniliklere de kapısı açıktır.

Tüm bu ustalıkla döşenmiş, derinlikli karakter nedeniyle evini tüm baskılara rağmen boşaltmayan Clara’yı asla kör bir inatla geçmişe tutunan, sadece artık geçmişte yaşayan, yüzünü yeniliklere, geleceğe dönmeyen biri olarak göremeyiz. Ya da Clara’nın, başka evi, parası vs gibi bir gücü olamadığı için de değildir eve bu kadar bağlanışı. Zira Clara’nın birçok gayrimenkulü ve parası hali hazırda vardır. Filmin en büyük ters köşelerinden biri de temelinde Brezilya’daki inşaat sektörünün, emlak anlayışının ve şehirleşmenin zavallılığını, hadsizliğini anlatırken, başkarakter olarak alt sınıftan birini değil de üst sınıftan birini tercih etmesi oluyor.

Sınıflar ve nesiller arası bilinen kodları yıkan bir film

Aquarius, kentsel dönüşüm problemini anlatırken sınıf meselesine de değinen ama odağındaki karakteri üst sınıftan seçerek bilinen kodları yıkarken yeni nesil ile eski nesli arasında da bıçak sırtı bir ayrıma gitmiyor. Clara’nın çocukları ya da emlak şirketinin genç varisi üzerinden, tüketime odaklanmış, paragöz yeni nesli işaret ediyor belki ama Clara’nın yeğeni üzerinden daha umut vaat eden bir geleceğin olduğunun da altını çizmekten geri kalmıyor film. Ayrıca gözü dönmüş emlak şirketinin başındaki diğer kişinin eski nesli temsil ettiğini de unutmayalım. Tüm bunları göz önünde bulundurarak filmin siyah ya da beyaz olmayıp aksine gri bir tonda derdini anlattığını pekâlâ söyleyebiliriz.

Kleber Mendonça Filho’nun O Som ao Redor’dan sonraki bu ikinci uzun metrajı, Sonia Braga’nın kıskanılası oyunculuğuyla adeta dudak uçuklatıyor. Brezilya’nın kanayan yarasına, klişe anlatımlar üzerinden değil de alışılagelmiş olanı yıkarak perdeye aktaran Aquarius, yine yakınlardan Şili’li yönetmen Sebastián Lelio’nun Gloria’sı kadar güçlü bir kadın karakteri de sinema tarihine kazandırıyor. Aquarius’un geçtiği Boa Viagem plajının eski hali ile yeni halinin fotoğraflarına bakarak kahrolacağınız bir gerçeği, sakin sakin, incelikle anlatan Aquarius, kuşkusuz örneğine az rastlanacak bir nüve.  O yüzden bu nüveyi perdede izleme şansını kaçırmayın derim. Üstelik Clara sayesinde dinleyeceğiniz eşsiz müzikler de cabası.