11.01.2020

Atiye: Genç Bir Ressamın Kimlik Bulma Yolculuğu

*Dikkat: Bu yazı, dizideki sürpriz gelişmeleri ele vermektedir.

Netflix’in ikinci Türk dizisi Atiye, Beren Saat ve Mehmet Günsür’ün yanı sıra Metin Akdülger, Melisa Şenolsun, Başak Köklükaya, Civan Canova, Meral Çetinkaya ve Cezmi Baskın gibi başarılı oyuncu kadrosuyla yapımına başlandığı ilk günden beri özellikle Türk izleyicilerin odağında. Hakan: Muhafız’dan sonra ikinci defa büyük umutlarla dünyaya açılmamızı sağlayan dizi, konusu, kurgusu ve karakterleri itibariyle ekranlarda görmeye alıştığımız, aynı konu pişirip pişirip tekrar önümüze sunan diğer Türk dizilerinden ayrılıyor. Fakat ne yazık ki dünya çapında henüz sıralamaya girebilecek başarıda değil. Hikâyenin eksikleri kadar kimi yerde kullanılan gereksiz fazlalıkları, geride komplike karakterler ve dağınık olay örgüsü bırakıyor.

İlk olarak göze çarpan dünyaya haykırılmak istenen Anadolu efsaneleri. Göbeklitepe’yle başlayan gizem, ardından her nasılsa Nemrut Dağı’na bağlanıyor, yetmiyor, bir de Şahmeran’la ilişkilendiriliyor. Bu bağın alakasızlığını yazarlar da fark etmiş olacaklar ki Atiye ve Erhan’ı Nemrut’a götürmek için dizinin fantastik karakterlerinden biri olan Zühre’yi kullanıyorlar. Yani Zühre onları Nemrut’a yönlendirmese aslında oraya gitmek için hiçbir mantıklı sebep bulunamıyor. Bu nedenle yalnızca Göbeklitepe ile ilerlenip zaten karmaşık ve izleyiciye bir şeyler anlatma derdi olan hikâyeyi gereksiz detaylarla boğmasalardı daha iyi olurmuş diye düşünüyorum.

Şengül Boydaş’ın yazdığı “Dünyanın Uyanışı” kitabından ekrana uyarlanan dizi, ana karakter Atiye’nin uyanışına; kendini tanımasına ve gücünü keşfetmesine odaklanıyor. Gayet dikkat çekici bir konusu olan Atiye, kullanılan gizem ögesiyle izleyiciyi her bölüm ekrana kilitlemeyi başarıyor. Merak duygumuzu açığa çıkararak diziyi sabırla izlememizi sağlıyor. Fakat saklanan sırların açığa çıkarılmasında izlenen yöntem hayal kırıklığına uğratıyor; bağlantılar ya mantıksız geliyor ya da oldu bittiye getiriyor. Bu noktada Masum dizisinin her bölüm bizi yavaş yavaş gerçeklere götüren ve bunları birer birer başarıyla su yüzüne çıkaran senaryosu aklıma geliyor.

Oyuncu Kadrosu Neredeyse Sağlam

Uzun süre sonra ekranlara dönen Beren Saat’e rolü tam oturmamış; Atiye gibi bir karakterin altından kalkamamış, duygularını tam anlamıyla yansıtamamış. Kimi zaman küçük bir kız çocuğu kimi zaman kendine güvenli bir kadın kimi zamansa içkiyi fazla kaçırmış isyankâr havasında. Ağladığı sahnelerde gözyaşı yok. Söyledikleri ise mimikleriyle eşleşmiyor. Onun kalibresindeki bir oyuncunun bu sahneleri daha inandırıcı canlandırmasını beklerdim. Kusuru bu noktada senaryoda da bulabiliriz ama mesela ilk bölümde İstanbul’dan kalkıp Göbeklitepe’ye giden Atiye, Erhan’a hiç hissetmediği kadar güçlü bir hissin kendisini oraya getirdiğini ve sembolü görmek zorunda olduğunu söylüyor. Halbuki sembolü gördüğündeki çatık kaşları ve sorgulayan ifadesi, Göbeklitepe’de bize yansıttığı kendinden emin genç kadın imajıyla uyuşmuyor. Ayrıca sesi sanki kendisine ait değilmiş de dublaj yapılmış gibi.

Diğer taraftan Atiye’nin kardeşi Cansu rolündeki Melisa Şenolsun ilk bölümden son bölüme kadar o kadar doğal o kadar karakteriyle iç içe ki sanki Cansu onun için yaratılmış. Erhan’ı canlandıran Mehmet Günsür ise çoğu zaman kötü yazılmış diyaloglara rağmen karakterin duygusunu ekrana yansıtmayı başarıyor. Geriye kalan oyuncular da yine karakterlerinin hakkını veriyor, bize keyifli bir seyir sunuyor.

Karakterler Gözden Geçirilmeli

Sezonluk gelişimleri senaryoya güzel aktarılan iyi taraftaki karakterlerle kıyaslandığında bir yandan orijinal ve çok katmanlı yaratılmak istenen diğer yandan ajandalarının bölümler boyunca saklanmasına çabalanan kötüler ne yazık ki hikâyenin en anlamsız parçaları olmuş.

Mesela Serdar. Kötü adam rolünde. Eli uzun. Zengin. Gözünü kırpmadan adam öldürüyor. Oğlunun da kendisi gibi ‘güçlü’ olmasını istiyor ve tepkilerini fiziksel şiddet uygulayarak göstermekten çekinmiyor. Fakat Serdar’ın birçok dil konuşmasının hikâyeye katkısının ne olduğu anlaşılmıyor. Kedi sahibi mafya babası klişesine düşmemek için yalnızca ilk bölümlerde bu kötü adamın elinde gördüğümüz köpeğin daha sonra ortadan kaybolmasının ve Serdar, Atiye’nin özgür kalıp gizlenen kapıyı bulmasını beklerken ve bölümler boyunca bunun için uğraşırken, bu kötü adamın bir anda Cansu’nun cinayetini genç kadının üzerine atmasının nedeni ne yazık ki bilinmiyor. Bilim kurgu türüne uygun olsun diye bir anda televizyonda ya da laptopta beliren Serdar’ın patronu “ses”in alakasızlığı da cabası.

Hannah ise ilk bölümlerde Erhan’ın sevgilisi olarak karşımıza çıkmasına rağmen uzun süre ortadan kayboluyor ve yalnızca karakterin gerekli olduğu kısa zaman dilimlerinde beliriyor. Ne o Erhan’ı arayıp soruyor ne de Erhan sevgilisiyle iletişime geçiyor. Adeta birbirleriyle bir bağlantıları yokmuş, hiç olmamış gibi.

Yani aslında yapımcılar dizinin ilk bölümlerinde ser verip sır vermemek isterken kaş yapayım derken göz çıkarmışlar dedirtiyor.

Güzel Başlıyor, Kötü Bitiyor

Tonunun ve temasının belirlendiği giriş sahnesiyle dikkatimizi ilk dakikadan çeken dizi, bize son bölümde açıklığa kavuşacağını beklediğimiz bir olay örgüsü sözü veriyor. Ne yazık ki aynı karakterlerin paralel evrendeki hikâyeleri ile ilgili aralanan kapı ardına kadar açılmadan ilk sezon bitiyor. Haliyle en başta sorduğumuz sorular cevapsız kalıyor ve bizi son derece tatminsiz bırakıyor.

Son bölümde ise açık uçlar hızla kapatılmaya çalışılıyor. Benim de en çok aklıma takılan soru şu oluyor: Her şey Cansu’yu kurtarmak için miydi? Değildi elbet; fakat senaryo öyle bir yazılmış ki Cansu hiç ölmeseydi de tüm bunlar yaşanmasaydı dedirtiyor… Ya da Cansu’nun ölüm tarihi, Atiye’nin gizli geçidi bulması için bir ipucu olmasaydı. Mesela.