24.08.2022
Balık: Doğa ve İnsan Çatışmasında Vicdan Kavramı
Halil İbrahim Sağlam
Usta yönetmen Derviş Zaim’in Devir (2012)’den bu yana merakla beklenen filmi Balık’ın başrollerinde yönetmenin daha önce Cenneti Beklerken (2006)’de çalıştığı Bülent İnal ve Filler ve Çimen (2001)’de rol verdiği Sanem Çelik yer alıyor. Zaim, çok sevdiği insan – doğa çatışması üzerine şekillendirdiği senaryosunda insanoğlunun bugüne kadar doğaya verdiği tahribatı, işlediği suçları anımsatma amacı taşıyor.
Tabutta Rövaşata ve Devir’den sonra yine 90 dakikanın altında bir sürede derdini kısa ve net şekilde anlatmayı başaran Zaim, bir gölün kıyısında balıkçılık yaparak geçimini sağlayan Kaya’nın hasta kızını iyileştirip para bulmak için avlanma yöntemini değiştirerek doğanın dengesine müdahale etmesini ve bunun karşılığında çevresine ve ailesine geri dönülmez hasarlar vermesini konu alıyor. Doğayla ilişkisini tamamen açgözlülük ve para kazanma hırsı üzerine kuran karakterin sonunda bindiği dalı kesmesi Zaim’in çok sevdiği “döngü” kavramının yeni bir tezahürü. İnsanın kendisine düşen paydan hep daha fazlasını arzu etmesi ve bunun için öncelikli olarak doğaya, dolaylı yoldan da insanlara ve hayvanlara zarar vermekte bir sakınca görmemesi filmin temel derdi.
Her filminde yeni ve farklı teknikler denemeyi seven Zaim, Balık’ın hikaye kurgusunu flashbackler ve günümüz çerçevesinde şekillendirerek hem kurgusal açıdan algıyı diri tutmayı sağlıyor, hem de Taner Tokgöz’ün estetik sinematografi çalışması ve renk paleti seçimleriyle bir doğa masalı izliyormuş hissiyatı yaratıyor. Kaya karakterinin doğaya ve insanlığa karşı suç işlediği anları hayvanların çığlıklarıyla ve hareketleriyle kurgulayarak sessiz kalmamamız gerektiğini izleyiciye hatırlatıyor. Filiz’in insanları doğaya verdiğimiz zarar karşısında ona bir şey sunmamız gerektiğini korku ve telaşla söylemesi, bunun üzerine kıyametin habercisi niteliğinde gelen ve kötü bir rüyayı andıran hızlı görüntüler filmin temelde basit hikayesini ilginçleştiren güçlü görsel betimlemeler.
Filmin temel probleminin ise Kaya karakterinin tasvir edilmesinde yattığını söyleyebiliriz, zira yüzlerce insanın ölümüne ve zehirlenmesine yol açabilecek bir kararı neredeyse hiç vicdani bir ikileme düştüğünü görmeden veren karakterin yaptığı çok canice bir tutum. Bu noktada Kaya’nın zehirli balıkları satarken “Bu balıklar bizim kasabamızda satılmıyor değil mi? Hangi şehirlere gidiyor?” diye sorup başka şehirlere gönderildiği cevabını alınca rahatlaması akıl alacak gibi değil. Başkalarının ölümü ya da zarar görmesi vicdani bir yükümlülük getirmezken, olay döngüsel bir şekilde kendi ailesine zarar verdiğinde polise gidip teslim olan Kaya’nın “çakma vicdanı”nı nasıl açıklayacağız? Kaya’nın her şeyi kızı için yapması durumunu destekleyecek somutlukta ve sıcaklıkta bir baba – kız ilişkisi de göze çarpmadığından (günümüz kısımları hariç) bunu çoğunlukla para kazanma hırsı olarak adlandırabiliriz. Çünkü Kaya’nın aynı zamanda denizin ortasında bir balık havuzu oluşturma, deniz kıyısında restoran açma gibi maddi külfet getiren hayalleri de var. Böyle bir durumda özdeşleşmenin mümkün olmadığı bir karakterin naif bir anlatım içerisinde yer almasını ve finale doğru kızı için yaptığı “balık arama” yolculuğuyla bir nevi kabahatinin hafifletilmesini ciddi manada sorgulamak gerekiyor.
Balık, Altın Koza Film Festivali’nde yarışan diğer filmlere oranla meselesiyle, yönetmenliğiyle, sinematografisiyle ve kurgusuyla öne çıktığı gibi yarışmanın da favorisi. Derviş Zaim’in en iyi filmlerinden olduğunu ya da filmin Türk sinemasında iz bırakacak bir yapım olduğunu söylemek zor. Buna rağmen festivaldeki çoğu senaryosuz ve görsel açıdan başarısız filmlerin yanında sinemada basit bir hikâyenin kısa ve net bir şekilde anlatılabileceğini, sinematografik açıdan cezbedici ve kurgusal açıdan ilgi çekici hale getirilebileceğini tekrar hatırlattığı için Derviş Zaim’i tebrik etmek gerekiyor.