07.05.2016
DİZİ: Fargo (2. Sezon)
Amerikan taşrasında suç ve kara mizah, karlar ve gerilim sıradan insanın kayıtsız kötülüğüyle birleşince ortaya Fargo çıkıyor. Coen kardeşlerin en sevilen filmlerinden birinin televizyona yansıması da kült filmden aşina olduğumuz unsurları beraberinde getirerek beklenen etkiyi yaratmakta başarılı oluyor.
FX kanalında yine yazar ve yapımcı Noah Hawley’nin elinden çıkan Fargo’nun ikinci sezonunda olaylar bu kez günümüzde değil, 1979’da geçmektedir. Tıpkı True Detective ve American Horror Story’de olduğu gibi yeni sezonda, Lou Solverson hariç, yeni karakterler ve yeni bir dönem söz konusu.
İlk sezonun sessiz ve derinden ilerleyen kadın polisi Molly Solverson’ın babası Lou Solverson’ın gençliğiyle karşılaşıyoruz bu kez. Yerel bir mafya ailesi olan Gerhardt ailesinin karıştığı bir yargıç cinayetiyle başlıyor ikinci sezonun suç olayları. Fargo’yu Fargo yapan olay ise, kuaför Peggy’nin yargıç cinayetini gerçekleştiren Gerhardtların küçük oğluna arabasıyla çarpması ile başlıyor. Bu kazanın sonucunda Peggy’nin polisi aramak yerine Rye Gerhardt’ı bagajına atıp evine götürüp saklaması üzerine kasap kocası Ed de işin içine giriyor.
Sıradan bir taşralı çiftin, özellikle Peggy’nin yaptığı beklenmedik seçimlerle olaylar giderek daha da işin içinden çıkılmaz hale geliyor. Hikâyenin gidişatı ve karakterlerin eğilimleri ilk sezondan daha da beklenmedik yönlere sapınca seyir zevki ikiye katlanıyor. Dizi yanlış anlamalarla aynı anda hem komik hem ürpertici olmayı başarıyor.
Peggy Blumquist rolünde Kirsten Dunst belki de kariyerinin en iyi performanslarından birini sergilerken, Lou Solverson’ın gençliği rolünde izlediğimiz Patrick Wilson da hayal kırıklığına uğratmıyor. Solverson dizinin “olayları bir bakışta anlasa da meslektaşlarına ve amirlerine iş işten geçene kadar inandıramayan” polis kontenjanından. Yine de, kızı Molly’nin kadın polis olmasının getirdiği kadar çok sorunla karşılaştığı söylenemez. Kadrodaki diğer isimler: Şerif Hank Larsson rolünde Ted Danson, Peggy’nin kasap kocası Ed Blumquist rolünde Jesse Plemons, Kansaslı gangster Mike Milligan rolünde Bookem Woodbine, Gerhardt ailesinde işleri devralan anne Gerhardt rolünde Jean Smart, işlevsiz kalan baba Gerhardt rolünde Battlestar Galactica’dan tanıdığımız Michael Hogan, Gerhardtların en iticisi Dodd Gerhardt rolünde Jeffrey Donovan, Dodd Gerhardt’ın işleri daha da karıştıran kızı rolünde Rachel Keller, Gerhardtların bir Amerikan yerlisi olan yardımcıları- efsane olmaya aday- Hanzee Dent rolünde Zahn McClarnon, küçük ama etkili bir rolle karşımıza çıkan Nick Offerman, Bruce Campbell, Kieran Culkin, Angus Sampson gibi isimler yer alıyor.
İkinci sezonun Lester Nygard’ı veya Fargo filmindeki Jerry Lundegaard’ı konumunda bu kez Peggy Blumquist var. Peggy sıradan bir insanın gücü eline geçirince neler yapabileceğinin en iyi örneklerinden. Karakterin kayıtsız bir tavırla gerçekleştirdiği kötücül eylemler izleyiciyi şok ediyor. Özellikle 8.bölümde, sezonun sonlarına doğru hikâyede çok önemli bir yere sahip olan Gerhardtların yardımcısı Hanzee ile karşılaşmaları ve aralarındaki kilit sahne bardağı taşıran son damla oluyor. Zaman zaman var oluş sancılarına da tanık olduğumuz Peggy’nin bu malum sahneden sonra dizideki onca gangster ve mafyöz tipe rağmen gördüğümüz en tehlikeli ve güvenilmez karakter olduğu bir kez daha çıkıyor ortaya; zira sıradan ve kayıtsız kötülüğün en tehlikeli kötülük şekli olduğunu biliyoruz.
Hanzee Dent’in varlığı ve Gerhardtların Nazi kökenleri Fargo’nun ikinci sezonuna farklı anlamlar yüklememize neden oluyor. Orta batılı gangster aile her şeyi “kendi yöntemleriyle” çözmeye alışmış, kanun nizam dinlemeyen yaşam tarzlarıyla gücü ellerinde tutarken, baba Gerhardt felç geçiriyor ve ailede ipleri kimin eline alacağına dair anlaşmazlıklar baş gösteriyor. Anne Gerhardt’ın işleri devralmasından pek mutlu olmayan agresif ve cinsiyetçi Dodd Gerhardt sağ kolu Hanzee’nin yardımıyla başa geçmeye çalışıyor fakat kızının kendisine ve aileye olan tepkisi nedeniyle aileye ihanet etmesi, Peggy ve Ed çiftinin başına ördüğü çoraplar, anne Gerhardt’ın soğukkanlı otoritesinin etkisi ve polislerin de işin içine karışmasıyla işler pek de istediği gibi gitmiyor. Bu noktada, Hanzee’nin aileye evlatlık alındığını öğreniyor ve birkaç sahnede bu gerçeğin kendisinin yüzüne vurulduğuna tanık oluyoruz. Hanzee’nin hikâyede önemli bir işlevinin olacağını çeşitli nüanslarla aktarılmış bu sahnelerde tahmin edebiliyoruz.
Her bölümün başında kara mizahı vurgulamak için eklenen “Gerçek bir hikâyeden alınmıştır” ibaresi dizinin olmazsa olmazı haline geldi pek aslı astarı olmasa da. Bu ibarenin arka planında yer alan Amerikan tarihinden sahnelerin ise yalnızca kara mizah amaçlı eklenmediğini, Gerhardtlar ile Hanzee’nin geçmişlerini vurguladıklarını sezon ilerledikçe daha iyi görebiliyoruz. Hanzee’nin Sioux Falls katliamına ilişkin gördüğü tabela ile barda maruz kaldığı ırkçı tavırlar, dizinin en etkileyici anlarından birini oluşturuyor ve ilk sezondan çok daha farklı bir konuma yerleştiriyor Fargo’nun ikinci sezonunu. Beyaz Amerikalı bir aileyle yaşayan, Vietnam Savaşı’na katılmış, hatta madalya sahibi bile olan Hanzee’nin buruk sessizliği bir noktadan sonra bozuluyor elbette.
Keşke bu karakter sezonun başlarında çok fazla geri planda kalmasaydı diye düşünmeden edemiyoruz.
Karlar altındaki tuhaf sessizliğin sakladığı gerilim ve kara mizah şenliği 2.sezonda tam gaz devam ediyor. Yeşil ve sarı renklerle 70’ler atmosferini vurgulayan görüntü yönetimi bir yana, bol bol kullanılan ekran bölme tekniği Fargo’yu sahne geçişleri ve perspektif açısından son zamanların en başarılı dizilerinden biri haline getiriyor.
Karakterlerin paralel öykülerinin ekrana bu şekilde yansıması sürükleyiciliği de artırırken, özenli yazılmış diyaloglar, dozunda absürtlük, derinlikli alt metin ve etkili kurguyla Fargo’yu Fargo yapan tüm unsurlar ikinci sezonu yılın en başarılı dizilerinden biri haline getiriyor.
Billy Bob Thornton ile Martin Freeman’ı özlesek de, bir dizinin ikinci sezonunun ilk sezonun başarısını kat kat geçtiği nadir anlardan birine tanık oluyoruz.