24.08.2018

En Çok Sevilen 7 Kötü Karakter

Tony Montana - Scarface

Uyuşturucu kaçakçısı, gözünü kırpmadan adam öldürebilen bir katil... Kız kardeşinin sevgilisini kıskançlıktan vurabilen bir cani... Uzayıp gidebilecek bir kötülükler listesi ama seviyoruz kendisini. Duvarlarımızda posterleri, bardaklarda biblolarda fotoğrafları ve kıyafetlerimizde profil baskıları var. Tony Montana denildiğinde akan sular durur. Peki neden severiz? Bir numaralı sebep sanırım büyük oyuncu Al Pacino. Onun harika kotardığı şive ile oluşan muhteşem performansı izeyiciyi inanılmaz etkiler. Buna ek olarak Montana'nın mülteci olarak gelip, sıfırdan (kötü yollarla da olsa) kazıyarak elde ettiği başarı ve güç izleyiciyi çekmektedir ve içselleştirmesinde epey yardımcı olur. Amerika'ya karşı da bir zafer olarak görülen yükseliş, tüm kötülükleri örtüp Tony'i baştacı yapmamızı sağlıyor.

Joker - The Dark Knight

Kimileri nostaljik davranıp Jack Nicholson'ın canlandırdığı Joker'e sadakatini devam ettiriyor. Usta bir oyuncudan ustaca bir performans ama bu anlamda Heath Ledger'ın son performansı, boynuz kulağı geçer sözünün tam karşılığı. Mimikler ve jestler, vücut dili ve ses tonu ile muhteşem bir kompozisyon. Hal böyle olunca ve sisteme karşı gelince Joker'i sevmemiz kaçınılmaz oluyor. Giyim kuşamından başlayarak her hareketi ile olay ve moda yaratmayı başarabilen Joker, ciddiyeti sevmez. Her şeyle dalga geçebilme özelliği ile de gönüllerde taht kuran Joker, posterleri sanırım duvarlara ve t-shirtlere en çok yakışanlardan. Bu performanstan sonra hayatını kaybeden Ledger bizlere muhteşem bir miras bırakmış.

Michael Myers - Halloween

Karizmanın dibi olan Myers, emin ve yavaş adımlarla kurbanına yaklaşır. Koşmaz, sarsılmaz, yıkılmaz ve daima hedefine ulaşır. Maskesi, kendi donukluğu kadar etkilidir. Bıçağı ise kılıçtan keskin. John Carpenter'ın dehası sonucu ortaya çıkan atmosfer ve müzikler ile birlikte Myers'ın karizması gittikçe artar. Kurbanlarını tavana asarken onlara Küçük Emrah tarzı boyun eğerek bakışı vardır ve "o da insan" dedirtir. Muhafazakar arkadaşlar ise kendisini pek sever. Zira; nerede lüzumsuz sevişen, çoluğu çocuğu yalnız bırakıp kendini yatak odasına atan çift vardır, Michael hemen oradadır. Cezalarını sevişme bitmeden keser. Tek kusuru kendi kız kardeşine kafayı takmasıdır. İçinizden "Freddy ya da Jason varken bu da kim?" diyenleriniz var biliyorum ama onlar birbirleri ile uğraşırken Myers muhatap bile olmaz. Klasmanı çok farklıdır.

Hannibal Lecter - Silence of the Lambs

Seri katillerin şahı, insanları yemekten bile imtina etmeyen bir cani. Yolda görseniz korkup kaçmanız ve bir daha o sokaktan asla geçmemeniz gereken bir canavar ama seviyoruz. Dedektife her yardım edişinde, her fikir verişinde kendisinden etkileniriz. Zira; inanılmaz zeki bir adamdır ve oldukça da kibardır. Antony Hopkins'in muhteşem bakışları da eklenince Hannibal mahallemizin seri katili olarak yamacımızdaki yerini alır. Seri ilerledikçe daha çok sever, cinayetlerini daha bir mantığa oturturuz. Hani artık o kadar yakınızdır ki kendisi ile gel iki kadeh şarap içip beyin yiyelim dese davete icabet ederiz. Pek sevdiğimiz Televizyon dizisinde de Mads Mikkelsen tarafından canlandırılan Hannibal'a kanımız, canımız kurban!

Alex De Large - A Clockwork Orange

Malcolm McDowell'ın gelmiş geçmiş en iyilerden biri olarak kabul edilen performansı ile izlediğimiz Alex karakteri kötünün de kötüsüdür. Kubrick ustanın şiddet konusunu ustaca anlattığı ve insanın içindeki şiddetin temellerine dokunduğu A Clockwork Orange filminde Alex, bütün insanlığı temsilen oradadır. Ona gözleri açık tutularak yapılan işkence ve ekranda gördüklerimiz her şeye rağmen bir koruma iç güdüsüne sebep oluyor. Alex kötülük yaptıkça, insanlara kötü davrandıkça, belki de temellerini anlayıp empati kuruyoruz. Hal böyle oluca da kendisi sevdiğimiz kötülerden biri oluyor. Singing in the Rain yorumu akıllarda kalan enteresan sahnelerden biridir. Alex, belki de bir ruh hastasısıdır ya da toplum onu bu kişiliğe itmiştir bilemeyiz ama kendisi kesinlikle karizma bir delidir.

Colonel Hans Landa - Inglourious Basterds

Nazi Albayı demek, bir insanın kötülüğünü belirtmek için sanırım yeterli olacaktır. İnsanları acımadan öldüren, gaz odalarına hapseden caniler ordusu Naziler'in en üst mertebelerinden biri. Filmde de insan avcılığı yapan Albay'ın daha ilk sahnede ne kadar acımasız olduğunu görürüz. Daha sonra ise, Tarantino'nun muzipliği, Christoph Waltz'un inanılmaz harika performansı ve komik sahneleri ile karaktere ısınırız. Her şeyi bilen, asla faka basmayan ve neredeyse bütün dilleri konuşabilen Albay, bizim için karikatürize edilmiş bir hale bürünür ve artık ondan nefret etmeyiz. Son derece zeki olan Albay, karşımızda otursa, sabaha kadar keyifle muhabbet edilecek kadar eğlenceli bir insan halini alır. Waltz'ın aldığı Oscar'a bu kadar sevinmemiz de hep ondan.

Darth Vader - Star Wars

İşte o... Kötülükler lordu... Karanlık tarafa hizmet eden bir süper güç... Doğuştan lider... Seçilmiş kişi... Aynı zamanda eskiden çok acı çekmiş bir koca ve baba... O yürürken herkes durur, kimse nefes almaya bile cüret edemez. Konuştuğunda, eğer biraz da kızmışsa yer yerinden oynar, adeta deprem olur. Başlı başına bir doğal afettir. Nefes alıp verişi bile sizi hipnotize eder. Sinema tarihinin en sevilen kötü karakteri olmasının yanı sıra, en karizmatik kişisidir de aynı zamanda. Lord Vader öl dese ölürüz. Hem de karanlık taraf, iyi taraf fark etmeksizin. Ve izlerken hep biliriz ki içindeki iyilik tamamen ölmemiştir. Bir gün doğru tarafı seçecektir. Çocukluğundan, gidişine kadar, her anı yaşar ve ona adeta bağlanırız. Lord Vader!!! Her nerede olursan ol güç seninle olsun...