Stephen King’in bu çok satan korku romanı uyarlamasında, John Cusack, Samuel L. Jackson ve Isabelle Fuhrman’ı, bilinmeyen bir frekansın, cep telefonu kullanıcılarını vahşi yırtıcılara dönüştürmesinin ardından Boston’dan kaçmaya çalışan üç felaketzedeyi canlandırdıkları başrollerde izleyeceksiniz. Stacey Keach ise özel bir erkek akademisinin müdürünü canlandırdığı yardımcı rol ile karşımızda. Richard Saperstein (“Seven-Yedi”, “1408”) ve Michael Benaroya’nın (“Margin Call”, “Lawless”) yapımcılığını üstlendiği ve Tod “Kip” Williams’ın yönetmenliğini yaptığı (“Paranormal Activity 2”, “The Door in the Floor-Yerdeki Kapı”)” FREKANS – CELL günümüz digital çağında çekilen zombi türününün yeni bir örneğidir. Frekans 8 Temmuz 2016 tarihinde vizyonda olacak.
Clay Riddell (John Cusack) arasının açık olduğu eşi Sharon’ı, Boston’daki Havalanı’ndan iyi haberleri vermek için arar: Grafik romanın bilgisayar oyun haklarını yeni satmıştır ve New Hampshire’daki evine, oğlu Johnny’nin yanına gelmek istiyordur. Ancak eşi cevap veremeden önce hat kopar. Bilinmeyen bir frekans GSM şebekelerinde dolaşmaya başlar ve bu cep telefonu kullananlarda ölümcül bir öfke oluşmasına neden olur. Telefon delilerince metroya kadar takip edilen Clay, metro trenin kondüktörü Tom McCourt (Samuel L. Jackson) ile birlik olurlar. Metro tünellerini kullanarak birlikte şehirden kaçmaya çalışırlar ve sonunda Clay’in dairesine ulaşmayı başarırlar. Burada 17 yaşında bir başka felaketzede olan Alice (Isabelle Fuhrman) ile karşılaşırlar. Boston alevlere teslim olmuşken, üçlü Clay’in ailesini aramak üzere kuzeye doğru gitmeye karar verirler. Yol boyunca attıkları her adımda, kendilerini endişe edici bir oranda evrim geçiren “telefon kullanıcılarından” korumak zorunda kalırlar. Sonunda grup Clay’in evine vardıklarında Johnny’nin bir telefon tuzağına düştüğünü görürler ve Clay oğlunu kurtarabilmek için her şeyi riske atmak zorunda kalır.
YÖNETMEN YORUMU :
“Dünyada kayıtlı 6 milyar cep telefonu kullanıcısı var ki bu da küresel nüfusun %80’ine yakın bir rakam. Söz konusu bu aletlerle inanılmaz yakın bir ilişkimiz var. Alan, zaman ve toplum hatta var oluş algımızı bile değiştirdiler.
Söz konusu bu etkili değişimlerin olumlu etkileri estetik reklamlarla kutlanıp satılmakta. Ancak ben bahsi geçen bu başarılara eşlik etmekte olan karanlık ve ölümcül gölgeyi fark etmeye başladım. Stephen King 2006 yılında bu ağır adımlarla gerçekleşmekte olan küresel istilanın farkına vardı, bu gelişime ivme kazandırıp onu bir felakete dönüştürdü.
FREKANS birey ve kolektif topluluk arasındaki bir savaş. Ancak onu destansı yanının ötesinde ilginç kılan bir savaştan çok daha öte olması… Aynı zamanda bir ölüm kalım meselesi olması… Film içinde soruları barındırıyor, izleyiciler cevapları bulabilmek için koltuklarında mücadele ederlerken, dikkatleri dağılınca kendilerini çok ürkütücü ve ürperten bir deneyimle karşı karşıya buluyorlar. Bu deneyimi sinemadan çıktıktan sonra da konuşup tartışacaklar ve ironik bir şekilde bunu Twitter ve Facebook’ta, telefonlarında konuşarak ya da mesajlaşarak yapacaklar.
FREKANS adeta kâbusu andıran görselleriyle bir kıyamet masalı. Bu tür hikâyeleri izlemeyi niye bu kadar çok seviyoruz? Korku unsurları niye bizi cezbediyor? Niye korkmak istiyoruz? Rebecca Solnit’in bu konuda şaşırtıcı ve çok akıllıca bir tespiti var: Budist öğretilerinde felaketler tüm canlılar için çok eğiticidir.
İzleyici için gerçekçiliğin çok önemli olduğuna inanıyorum. İzlediğiniz şeyin gerçek bir deneyim olduğuna ne kadar çok inanırsanız o zaman bu deneyim sizin için o kadar yoğun oluyor. Ancak FREKANS’ın sunduğu deneyim sıradan olmaktan çok uzak…
Stephen King romanıyla işe başlamak, aynı zamanda büyük oyuncularla çalışmak anlamına geliyor. Bu tür filmlerde alışılagelenin aksine çok gerçekçi, oyuncular için canlandırmaya değer, özel karakterler yazdığından büyük oyuncularla çalışıyorsunuz.
John Cusack bugüne kadar aralarında FREKANS’ın da yer aldığı üç Stephen King uyarlamasında rol aldı ve King’in kelimeleriyle konuşmanın ne kadar eğlenceli olduğunu iyi biliyor. Stephen King’e olan sevgisi çok güçlü ve bu filme katkısı inanılmazdı. Clay Riddell rolüne doğal bir ruh, zekâ, büyük bir derinlik kattı.
Samuel Jackson tıpkı bir bilim adamı kadar titiz, canlandırdığı Tom McCourt karakteriyle vurucu bir biçimde beklenenden oldukça farklı bir karakter yarattı. Yumuşak bir ses tonuyla konuşan biri ama dünyanın adeta sonunun geldiği bir anda muhteşem bir ortak oluşunu gözler önüne serip, bir felaketzede olmayı başaran biri oluyor.
Isabelle Fuhrman film için bir ilham kaynağı oldu adeta. Canlandırdığı Alice karakteri filmin öyle bir ruhu oldu ki onun karakteri için romandan bağımsız olmayı bile aklımızdan geçirdik ancak bunu yapmadık.
Stacy Keach’in yapamayacağı bir şey yok ve bunu her zaman gözlerindeki büyüleyici bir parıltıyla yapıyor ki bu izleyicinin hep tetikte olmasını sağlıyor. Stacy onu John Huston’ın Fat City adlı filminde izlediğimden beri benim daimi kahramanlarımdan biridir.”