11.04.2017
İFF – Dünya Festivallerinden: Gece Hayatı
Slovenya’nın Karanlık Tarafı
2010 yılında Slovenya’da son derece ürkütücü bir olay gerçekleşir. Transseksüel bir doktor kendi köpekleri tarafından öldürülmüştür ve dahası yanında bir de dildo bulunmaktadır. Olayı skandal yapan asıl mesele ise politikacısından sanatçısına, doktorun ülkenin seçkinlerine hizmet veren bir kişilik olmasıdır. Bu konuda yapılan haberler spekülasyondan öteye gitmez ama olan olmuştur ve doktorun bulunduğu çevredeki herkes onunla beraber anılmamak için köşe bucak kaçar.
Slovenya’nın karanlık tarafını resmetmeyi seven yönetmen Damjan Kozole’un yazıp yönettiği film ilhamını bu skandaldan almış. Çok başarılı ve ünlü bir avukat olan Milan Potokar bir gece Ljubljana’nın en işlek caddelerinden birinde yarı çıplak, her tarafı kan içinde ve yanında bir dildo ile beraber bulunur. Kendisi daha o sabah oldukça şaibeli ama yüksek nüfuzlu bir müşteriyi yargının önünde aklamıştır. Hatta bu yüzden karısının bile acımasız eleştirilerine maruz kalmıştır. Tesadüfen oradan geçen gençler tarafından bulunan Milan acilen hastaneye kaldırılır. Bu olay Milan’ın eşi Lea’nın bir yandan kocasının hayatından endişe ederken diğer yandan polislerin şüpheli sorularına maruz kaldığı, bürokratik engellerle baş etmeye çalışırken kocasının isminin karalanmaması için var gücüyle çabaladığı hiç bitmeyecekmiş gibi duran bir gecenin başlangıcı olur.
Demir Perdenin Ağırlığı
Damjan Kozole’un eski bir doğu bloku ülkesi olan Slovenya’nın geçmişinden gelen ve en sade vatandaşına kadar içselleştirilmiş olan bir takım handikaplara işaret etmeye çalıştığı aşikar. Lea’yı hastanede sorgulamak yerine zorla karakola götüren polislerin duyarsızlığı, bir an evvel hastaneye dönmek isteyen Lea’yı bekletmeleri, Milan’ı hastaneye getiren ambulanstaki sağlık görevlisinden aile dostları olan doktora kadar bu olaya bulaşmak istememesi seyircinin Lea’nın kaldığı zor durumla empati kurmasını sağlıyor. Kısacası eski doğu bloğunun demir perdesinin ağırlığı karakterlerin üzerinde halen hissediliyor.
Öte yandan, olaylar Lea açısından olduğu kadar izleyiciye için de aynı derecede karanlıkta kalıyor. Milan’ın bir grup kuduz köpek tarafından sokakta saldırıya uğramış olabileceği fikri son derece saçma gelirken film boyunca çeşitli karakterler tarafından ortaya atılan spekülasyonları da seyirciye sorgulatıyor. Milan günün erken saatlerinde elde ettiği yasal zaferinden dolayı cezalandırılmış mıydı? Bunların hepsi bir tür tuzak mıydı? Ayrıca, neden yanında kayışlı bir dildo vardı? Yoksa Lea’nın polis sorgulamasında maruz kaldığı sorular gibi evlilikleri kriz halindeydi de Milan başka arayışlar, heyecanlar peşinde olabilir miydi?
Kozole’un anlatımı son derece ekonomik bir şekilde ilerliyor. Amacı her şeyi olduğu gibi göstermek ve neredeyse hiçbir şekilde açıklama yapmamak. Ayrıca günümüz sosyal medyasının yozlaştıran ve duygusuzlaştıran etkisinden de dem vurmak. Örneğin, Milan’ı sokak ortasında bulanlardan birisi bu talihsiz adamın kanlar içindeki fotoğrafını cep telefonuyla çekiyor. Böylece bir insanın adının rızası olmadan sosyal medyada çıkacak bir fotoğrafla bile ne kadar çabuk lekelenebileceğine gönderme yapılıyor. Zaten Lea’nın film boyunca bütün çırpınışları da bu yönde. Hatta kocasının hayatta kalma mücadelesinden bile daha güçlü, öğrenilmek zorunda kalınmış bir içgüdü bu. Ne olursa olsun ama ismi lekelenmesin!
Miladin Colakovic‘in görüntü yönetmenliği de filme karanlık, tekinsiz ve gerilimli havasını veren en önemli etmen. Bitmek bilmeyen boş hastane koridorları ve sokak lambalarının loş ışığında yarı aydınlanan ıssız sokaklar filme kasvetli bir “noir” tonu katıyor.
Sonuç olarak, Gece Hayatı (Nocno Zilvjenje) gerçeklik hissini her daim koruması ve her an sorduğu sorulara cevap verecekmiş gibi durmasına rağmen yönetmenin film boyunca ısrarla tırmandırmaya çalıştığı gerilim, senaryoda kasıtlı bırakılan boşluklardan ötürü büyük ölçüde sekteye uğruyor. Bir süre sonra tıpkı Milan’ın raporunu yazan polis memurunun dediği gibi seyirci de “umurumda değil” diyecek kıvama geliyor. Filmin ortalarına doğru Lea’nın bir arkadaşı “bu ülkede hiçbir şey ortaya çıkmaz” diyor fakat zaten bu noktada Milan’a tam olarak ne olduğunu belki de asla keşfedemeyecek olmamız çoktan önemini yitirmiş bulunuyor. Bu da filmin vermeye çalıştığı mesajı ve politik duruşu baltalıyor. Gece Hayatı işte bu yüzden maalesef vadettiğini tam olarak veremeyen bir film olarak festivalin zayıfları arasında yer alıyor.