24.08.2022
In the Heart of the Sea: Denizin Kalbi
Alican Yıldırım
“In the Heart of the Sea” (Denizin Ortasında) daha önce birkaç defa beyaz perdeye aktarılan Moby Dick romanının yeni uyarlaması.
Film, Herman Melville isimli bir yazarın, yazmayı planladığı bir kitap için Tom Nickerson isminde bir adamla yaptığı görüşmeyle başlıyor. Tom Nickerson, otuz küsur sene önce Essex isimli bir geminin yaşadığı bir felakette hayatta kalan birkaç insandan biri. Essex de George Pollard’ın kaptanlık yaptığı bir av gemisi. Yağ için balina avlamaya açılan geminin ikinci kaptanlığına da bu işi uzun süredir yapmakta olan deneyimli denizci Owen Chase getiriliyor. Chase ve Pollard arasındaki tecrübe ve yetenek konusundaki farklılıktan açığa çıkan güç savaşı, geminin ilk felaketlerini yaşamasına etki ediyor.
Tom Nickerson, henüz on dört yaşında bir çırakken katıldığı Essex gemisi hakkında, felaketten sonra hiç konuşmamış. Bu kuralı Melville için de bozmuyor ve yazarın konuşma talebini reddediyor. Eşinin zorlamasıyla güç bela yaşadıklarını anlatma başlayan Nickerson’ın sesiyle, geçmişe yolculuk yapıyor film. Ve bir geriye dönüşle bu gemi yolcuğuna tanıklık etmeye başlıyoruz.
Kaptan Pollard ve ikinci kaptan Chase arasındaki gerilim ise geminin, Pollard’ın verdiği bir karar nedeniyle bir felaketin kıyısından dönmesiyle hat safhaya ulaşıyor ve Pollard, sözünün geçmediğini düşündüğü bu geminin av macerasını başlamadan bitirmeye karar veriyor. Fırtınadan zarar görmüş gemiyi tamir için en yakın karaya geri dönmek isteyen Pollard’ı Chase ikna ediyor ve gemi elde edebildiği en fazla balık yağı için yolculuğa devam ediyor.
Ancak işler düşündükleri gibi gitmiyor ve aylar süren yolculukta tek bir balina izine rastlayamayan gemi, rotasını bir adada tanıştıkları bir denizciden aldıkları fikirle bambaşka bir yöne çevirip, “beyaz iblis”in peşine düşüyor. Bu karar ise gemi tayfasının başına en büyük deniz felaketlerinden birinin gelmesine neden oluyor.
Filmin yönetmeni Ron Howard, bu filmi çekerken Ang Lee’nin Oscarlı filmi “Life of Pi”den esinlendiğini söylemiş. Bunu hikâye anlatım tekniğinde ve filmin atmosferinde açık bir şekilde görebiliyoruz. İki film de bir anlatıcının başından geçen ve ifade etmekte güçlük çektiği bir hikâyeyi anlatmaya başlamasıyla başlıyor ve “denizin ortasındaki tehlike” unsurunu her iki film de gerilim yaratmak için ustalıkla kullanıyor.
Ancak son dönemin artık vazgeçilmezi haline gelen üç boyutlu film furyasına uygun olduğunu düşünmüyorum bu filmin. Denizin ortasındaki gerilim sahnelerinin de etkileyici efektler kullanılarak anlatıldığını da düşünmüyorum. In the Heart of the Sea daha çok yaşanan felaketi, bu felaketten etkilenen insanların psikolojilerini irdeleyerek anlatmaya çalışan bir film.
Örneğin, aç – susuz millerce uzakta yaşam mücadelesi veren insanların psikolojik çöküntüleriyle felaketin boyutu yansıtılmaya çalışılıyor ama bu konuda yeteri kadar başarılı olunduğunu söylemek güç. Çünkü film baş karakteri yazar Melville ve hikayenin anlatıcısı Nickerson dışındaki karakterlerin iç çatışmalarına ve içinde bulundukları psikolojik duruma çok fazla yer veremiyor. Çünkü bu, bir anlatıcının ağzından anlatılan bir film. Doğal olarak filmin gemi sahnelerindeki iki önemli karakter kaptan ve kaptan yardımcısının çatışması biraz yüzeysel kalıyor. Diğer karakterleri tanımıyoruz bile.
Yine de In the Heart of the Sea, denizde geçen gerilim hikâyelerinden hoşlananların sevebileceği, başarılı oyunculukları ve iyi bir sanat ve görüntü yönetmenliğiyle çekilmiş seyre değer bir film.
Yeni yılın ilk günlerinde sıcak bir sinema salonunda iyi bir gerilim filmi izlemek isteyenlere önerilir.