18.06.2018

Kadıköy Sineması Küllerinden Doğdu

Babamın Duruşu Vardı

Bu röportaj 3 Mart 2018’de Cumhuriyet gazetesinin Kültür ekinde yayınlanmıştır.

– Salonu tekrar ailenin işletmeye başlama hikâyesi nasıl gelişti?

Belki 800-1000 kişilik sinemalardan değil ama Anadolu Yakası’nın en yüksek hasılatını yapan sinemaydı rahmetli babamın işlettiği yıllarda. Herkesin bildiği, sükse yapan bir referansı var. Ama kirada olduğu yıllarda bana göre eksikler olmuş. O yüzden ayaklar unutmuş burayı.

– Siz nasıl karar verdiniz bu işe girmeye?

Biraz ihtimam gerektiğini fark ettik artık. Çünkü benim kendi arkadaşlarım, yakınlarım bile “Aa, duruyor mu, orada mı, film oynatılıyor mu, hâlâ sinema mı” diye sormaya başlayınca tehlike çanları çalıyor burası için diye düşündük. Onun için hak ettiği yere gelmesi gerektiğini düşünüyoruz. İstanbul’da bunlardan zaten kalmadı gibi. Belki iki taneler. Kadıköy, Bahariye’de hiç kalmadı. Orijinalliği korunan sinema kalmadı. Bir tane daha film gösteren sinema var ama o da bölündü.

– Bu sinema hakkında “daha çok para getirecek” projeler var mıydı?

Yıllar içinde çok teklifler geldi tabii. Bu Bahariye Caddesi adım başı sinema doluydu. Çok fazla sinema salonu ticari kaygılar nedeniyle mağazalara, kafelere, restoranlara dönüştü. Bu konuda rahmetli babamın hiç değişmez, sağlam bir duruşu vardı. Sinemaya, tiyatroya, kültür sanata gönül vermişti. Onun zaten, “Ben sağken bu şekilde korunsun, daha sonra siz nasıl arzu ediyorsanız o şekilde kullanırsınız” diye bir söylemi vardı hep. Ama biz de aynı şekilde, sinemaseverler olarak, kültür sanata katkı olması için koruduk.

– Siz de sinemasever misiniz?

Kesinlikle. Mülk olarak bize geçtiğinde ben dört yaşındaydım. Hatırladığım zaten o ilk yirmi beş senede babam var. Tüm çocukluğum ve genç kızlığımda sinema vardı. Hatta tiyatro vardı. O seneler yazları da tiyatro oluyordu ve en büyük tiyatro grupları dönüşümlü olarak geliyordu. Zaten öyle bir ortamda yetiştik. Oğlum da çok seviyor. Hakiki bir sinemasever. Her hafta en az üç akşamını sinemalarda geçirir.

– Bu dönemde biraz cesaret işi bu sanki. Üstelik “festival filmleri, bağımsız filmler oynatacağız” diyorsunuz. Gişe filmleri hiç mi olmayacak?

Hiç olmayacak. Bu bir tarz, bir seçim. Şöyle de bir sebebi var. Gişe filmi diye konuşursak sinemacılıkta, sektörde bu AVM’lerin açılıp içinde Amerikan tarzı çoklu salonların gelmesi film sektörünü tamamen değiştirdi. Şöyle ki film şirketleri o filmleri vermek için 5-6 hafta oynama şartı koşuyorlar. Bu tabii, on iki on dört tane salon olursa idare edilebilir bir şey oluyor. Bizim eskiden anladığımız sinemacılıkta her hafta film pazartesi günü değişirdi. Bu böyle tek ya da ikili salonlarda çok büyük sorun yaratıyor, bir filmin beş altı hafta oynatılacak diye diretilmesi. Bu değerli salonları yaşayamaz hale getiriyor.

Bu sanat ve festival filmlerinin kendine özgü seyircisi, meraklısı var. Gerçekten de çok çok iyi filmler, keşke herkes tanışsa. Hele ki böyle çok özel, az sayıda kalmış salonlarda büyük perdelerde izleseler başka bir deneyim olur. Biz biraz o küçük perdelerde, küçük salonlarda film izlemeye alıştık. Ben şimdi buraya gelip giden seyirciden duyuyorum, “Bu başka bir deneyim, başka bir şey” diyorlar.

– Kadıköy’e yönelen bir kültür sanat kitlesi de var gibi gözüküyor.

Evet. Burası o anlamda bir buluşma yerine dönüşüyor. Çok entelektüel, büyük bir kitle var burada.

Röportaj: Orhun Atmış