22.12.2016

Kısa Kısa Randevu – 2

Grüße aus Fukushima

Birkaç yıl önce Filmmor sayesinde Glück (Mutluluk) filmiyle tanıştığım ve hemencecik radarıma giren bir yönetmendi Doris Dörrie. Bu yıl Randevu İstanbul Film Festivali’nde de son filminin olduğunu görünce çok sevinmiş ve büyük bir beklenti içerisine girmiştim. Sonuç emin olun beklentimin de üstünde çıktı. Bir yandan balından yenmeyecekmiş gibi tatlı, bulutların üstünde uçuruyormuş gibi de hafif ama aynı zamanda da fazlasıyla sert filmlerin mimarı olarak tanımlayacağım Dörrie sinemasının bu son harikası, bu kez Japonya’nın Fukuşhima şehrine, unutulmaz acıların diyarına götürüyor bizleri. Yaşanılan deprem ve sonrasında meydana gelen tsunami nedeniyle bölgedeki nükleer santralde kaza olması ve sızıntı yaşanması sonucu yaşanılan kayıpların, acıların tarifi imkansız mutlaka. Dörrie de zaten bu olaylardan çok sonrasına, tüm acılar yaşandığında orada olan bir geyşanın kendiyle hesaplaşmasını odağına alıyor. Bunu yaparken de her anlamda onun zıttı olan kaybeden bir Alman kızını ona eşlik ettiriyor. Zaten filmin yaptığı en güzel şey de bu oluyor. Satomi ve Marie arasındaki zıtlık üzerinden yaratılan çatışma filmin en büyük dinamiği oluyor. Bir yandan geçmişte yaşanılan acılar, hala etrafta dolaşan geçmişin ruhları, vicdan muhasebeleri, pişmanlıklar ve daha neler neler… Dörrie tüm bunları öylesine güzel bir şekilde aynı potada hem de siyah-beyaz renklerde eritiyor ki. Anlatmak çok güç. İzlemek, hissetmek gerek.

Tuba BÜDÜŞ

Finding Altamira

Antonio Banderas’ın ilkel çağdan kalma ilk mağara resimlerini bulan Sautola’yı canlandırdığı yapım, bilim ve inanç arasındaki çekişmeye odaklanıyor. Gelişimin ancak farklı bakış açısıyla gerçekleşebileceğini vurgulayan yapım, yobaz toplumların her zaman kendini kandırdığını anlatması açısından önemli bir film denilebilir. Kibirli bilim adamları ve dogmatik dindarlar arasında kalan bir ailenin profilini izleyiciye sunuyor. Muhtemelen günümüz gerçeklerine yakın durması sebebiyle ve gerçek değerlerin hakkının sonradan verildiğine dair söylevleriyle festivalin küçük çaplı bir hiti konumuna geldi.

Haktan Kaan İçel

The Long Night of Francisco Sanctis

Yıllar evvel yazdığı siyasi bir şiir için eski bir arkadaşı Fransisco Sanctis’i arar ve buluşmak ister. Görüşme sonunda ise Sanctis, elinde iki kişinin ismi ve adresi, ne yapacağını bilmez halde kalakalır. O gece başları belaya girecektir ve haber vermesi gerekmektedir. Sanctis’in o birkaç saatine odaklanan film, yaşadığı ikilemi ve çaresizliğini aktarmayı başarsa da totalde vasatı aşamayan bir yapım olmaktan kurtulamıyor. Derinlikli olmayan senaryosu ve sadece oyunculuğa yüklenen anlatımı ile izle geç filmi olabiliyor. Tabii şunu da ekleyelim; süresinin ayarında olması ile bir nebze bu olumsuzluktan kurtuluyor.

Onur KIRŞAVOĞLU

Maden

Sinemamızın klasiklerinden olan Maden‘i perdede tekrar izlemek, sonrasında söyleşiye katılmak ve yeniden hayran olmak büyük bir keyifti. İşçilerin ve madencilerin sorunlarına olabilecek ne net ve sert haliyle  değinen, maalesef güncelliğini hala koruyan film, çekildiği dönem ve sinemamızın olanakları da düşünüldüğünde saygıyı çok daha fazla hak ediyor. Oyunculukların muhteşem olduğu, açılıştan o unutulmaz finaline sahnelerin akılda kalıcı güzellikte olduğu film, tekrar tekrar izlenmeli ve üzerine düşünülmelidir. Bu vesile ile de Tarık Akan‘ı bir kez daha saygı ve özlemle anıyoruz…

Onur KIRŞAVOĞLU

Tarık Akan’ın anısına gösterilen Yavuz Özkan filmi Maden, döneminde yapılmış en önemli işçi filmlerinden biri olarak dikkat çekiyor. O zamanki imkanlara rağmen her türlü teknik açıdan son derece iyi işçilik çıkartılan yapım, Tarık Akan dışında Cüneyt Arkın, Halil Ergün ve Hale Soygazi gibi isimleri kadrosunda barındırmasıyla akılda kalıyor. Hala günümüzde Türk sinemasında doğru düzgün madencilik üzerine bir film yapılmadığını düşünürsek, filmin daha da değerlendiğini söyleyebiliriz. Final sahnesi ise sinema tarihinde klasik sahneler arasında yerini alalı çok oldu.

Haktan Kaan İçel

Spain in A Day

Life in A Day filminden ilham alınarak gerçekleştirilen yapım, ne yazık ki uzun süredir iyi filmler çekemeyen yönetmen Isabel Coixet’in son filmi olarak festivalde yerini aldı. Programın en zayıf filmlerinden biri olarak adlandırabileceğimiz yapım, daha çok kolaj film olarak adlandırılabilir. Yönetmen ve ekibine hayatlarının bir gününü gönderen insanların yüz binlerce videodan birleştirilen görüntülerinden ibaret olan yapım, Youtube kolajlarından farksız yapısıyla yeni bir şey anlatmazken, zaman kaybı olarak tarif edilebilir.

Haktan Kaan İçel

Theater of Life

Dünyaca ünlü aşçı Massimo Bottura’nın öncülük yaptığı bir oluşum, artık yiyecekleri tekrar değerlendirerek evsiz insanlara ziyafet sunuyor. Belgeseli ana olayı bu olsa da başka yapılan yardımlar, israf konusunda bilgilendirmeler ve sosyal sorumluluk projeleri de tanıtılıyor. Dünyanın dört bir yanından aşçıların da katıldığı organizasyon çevresinde ise evsiz insanlardan oluşan 6 hikaye izleyiciye aktarılıyor. Bazıları bu organizasyonu bir fırsata dönüştürürken, bazıları da metrodaki yaşamlarından dahi vazgeçmek istemiyor. İlgi çekici ve düşündürücü bir belgesel. Bazılarımızı harekete bile geçirebilir…

Onur KIRŞAVOĞLU

Turkish Way

2015’te dünyanın en iyi restoranın üç şefinin Türkiye’deki yemek anlamındaki keşfilerini mercek altına alan belgesel, bir yandan şarap anlamında ülkemizin keşfedilmemiş zenginliklerini öne çıkartırken, bir yandan da ülkemizin kültürünün ne kadar zengin ve önemli olduğunu fark etmemizi sağlıyor. İki saatlik süresine rağmen bir an bile sıkılmadığınız akıcı bir kurguya sahip olan Turkish Way, ülkemiz hakkında bildiğimiz ama bir yabancının gözüyle nasıl göründüğüne şahitlik yaptığımız kaliteli bir yapım olarak festivalin iyilerinden biri olarak yerini alıyor.

Haktan Kaan İçel

İspanya’da yaşayan üç önemli aşçının Türkiye’de yemek kültürü keşiflerini anlatan belgesel, bizim için de hoş bir deneyim. Ünlü aşçıların Beşiktaş’ta döner yemesi, hep gittiğimiz yerlere uğraması ve Ege tatili yapanların aşina olduğu bölgelerde şarap içmeleri anıları tazelemek için de ideal. Bunun yanı sıra çok zengin bir mutfağımızın olması ve sahip çıkmamız gerekliliği de her zamanki gibi iliklerimize kadar işleniyor. Kurgusunun da gayet sağlam kotarıldığı belgesel, komik anlara da sahne oluyor ve sıkılmadan 2 saat geçirmemize sebebiyet veriyor. Aşçılardan birinin künefe ile tanıştığı an kahkahalar eşliğinde izlnenen cinsten.

Onur KIRŞAVOĞLU

The Idea of a Lake

Locarno Film Festivali’nden aldığı Altın Leopar ile adından söz ettiren Türkçe adıyla Göl, bir kadının babasına duyduğu özlemin bilinçaltı yansımalarını görsel bir şablon üzerinden ifşa ediyor. Kurmaca filmin anlatı özelliklerinin bir kısmını kullanmayarak kendince bir görsel algı yaratan film, daha çok deneysel filmseverlerin ilgisini çekecektir. Yönetmenin ikinci uzun metrajı bu yılın programında farklı film severler için yer aldıysa da, tutuk yapısından dolayı izlenişi zor bir iş olarak akıllara kazındı.

Haktan Kaan İçel

Bir kadının geçmişe özlemi ve geleceğini kurma çabasının anlatıldığı film, sağlam bir atmosfer ve işçilik barındırsa da oldukça dağınık görüntüsü ve bunda “destek” veren kurgusu ile hazmı zor bir seviyeye ulaşıyor. Konsantrasyon sorununu aşabilecek izleyicilerin keyif alabileceği yapım, görsel açıdan da tablo gibi sahneler barındırıyor. Aslında karaktere odaklanma konusunda biraz daha limitli davranabilse ve görselliğe yüklense çok daha farklı yerde olabilecek bir film.

Onur KIRŞAVOĞLU