18.05.2016

En İyi 30 İtalyan Filmi : 10 – Ladri di Biciclette

İtalyan Yeni Gerçekçilik akımının,  tümüyle İtalyan Sinemasının ve hatta topyekün Avrupa Sineması’nın en meşhur, en bilindik filmlerinden biri, belki de en birincisi Ladri di Biciclette’dir. De Sica’nın yine Zavattini’nin senaryosundan ortaya çıkardığı film, savaş sonrası bunalımını ve insan portrelerini perdeye muhteşem aktarır. Çaresizlik de en net, en can sıkıcı haliyle perdeye yansır. Aynı zamanda Andre Bazin’in “en muhteşem komünist filmlerden biri” dediği bu Yeni Gerçekçilik simgesi haline gelmiş baş yapıt, Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ını da kucaklamıştır. Tabii Amerikalılar Bazin’in gözünden baksaydı filme ödül vermek yerine yakmayı tercih ederlerdi.

Savaş sonrası Roma’da uzun süre işsiz kalan Antonio, bir afiş işi  bulur ve artık para kazanacağı için mutludur. Bunun için rehindeki bisikletini geri almalıdır ve evdeki eşyalar satılır. Her şeye rağmen mutlu mesut işe başlayan Antonio’un daha ilk iş gününde bisikleti çalınır ve bütün şehri oğlu Bruno ile dolaşmaya, bisikletini bulmaya çalışır. Filmin buradan hareketle, öncelikli olarak bir baba oğul hikayesine odaklandığını  ve bu konuda  oldukça etkileyici bir yol çizdiğini söylemek gerek. İkili bisikletin peşinde dolandıkça babanın çocuğuna olan mahcubiyeti, güçsüz ve çaresiz kalışı gözler önüne serilir. Tabii çocuğun babasına karşı olan duyguları, özellikle de güveni bu olaydan dolayı oldukça yara alacaktır. Babasının belki günahı yoktur ama hem elindekine sahip çıkamaması, hem onu da sürüklemesi ve yine işinden olup karınlarını doyuramaması ruhsal bir çöküntüyü getirme riski ile karşı karşıyadır. Filmin gidişatı bu ilişkiyi de yoluna koymak adına bir arayışı temsil eder.

Savaş sonrası tüm sefaleti ve acıları ile bir Roma portresi izleriz karakterlerin arka planında. Yoksulluk yüzünden birbirine yabancılaşan ve acımasızlaşan insanları görürüz. Tabii bunu yaparken De Sica ve Zavattini insan sevgisi, acıma duygusu ve umutsuz olunmaması gerekliliğini de hissettirir. Öylesine duygu yüklüdür ki film, ekran başında empati kuramamak, etkilenmemek ve kendi dertlerinden dem vurmamak imkansızdır ancak bu da insan ait güzel bir duygudur ve içinde insan sevgisi olmayanları yaşamayacağı şeylerdir. Bu anlamda, savaş sonrası bunalımını ve acıları verirken, pırıl pırıl da hümanizm aşılayan bir filmdir Ladri di Biciclette. Bunu yaparken politik hicivlerden ve sıfınsal farklılıklara değinmekten de geri kalmaz De Sica. Akıllara kazınan restoran sahnesinde, ikili, asla onlar gibi olamayacaklarını düşündükleri bir aile görürler ve usta yönetmen bu sahnede hiç çekinmeden, lafı dolandırmadan mesajını iletir ve bunu bir haksızlık olarak almamızı ister. Bunu destekleyici durum olarak da polis teşkilatının bisiklet olayını önemsememesi ve hatta Antonio’yu neredeyse suçlu ilan edecekleri sahneleri görürüz. Yoksulluk tek başına zaten yeteri kadar büyük bir sorunken, adaletsizlik ve itibarsızlaşma, çöküşü daha da hızlandırır.

Çoğu Yeni Gerçekçi filmde olduğu gibi gerek biçimsel tercihler, gerekse oyuncu tercihleri yine amatör ruh taşır. Müzikler ise adeta ağıt niteliğindedir. Üstelik de muhteşem performans gösteren ikili daha önce hiçbir filmde yer almamıştır!

Bu bilgiye sahip olmadan izleyen birisinin ikilinin ilk oyunculuk deneyimi olduğunu tahmin etmesi oldukça güç.

Zira; hem baba rolündeki Lamberto Maggiorani hem de çocuk oyuncu Enzo Staiola gerçeğe yakın performanslar sergilemiş vaziyette.

Ladri di Biciclette, sinema tarihine geçmiş, Yeni Gerçekçilik’in simgesi olmuş bir film. Geçerliliğini geçen 70 yıla rağmen asla yitirmemiş ve dünya var oldukça yitirmeyecek, tam anlamıyla bir baş yapıt. Çıkış noktası bir bisiklet olan ama anlattığı dertler çok büyük olan filmin senaristi Zavattini’nin bu konuda sözlerini yazının sonunda hatırlayalım: “Evet, bir bisiklet. Roma’da bir bisiklet nedir ki? Her gün düzinelercesi çalınır ve bundan kimsenin haberi bile olmaz. Oysa çalınan bisiklet, bir adamın temel yaşam aracı olabilir ve bu açıdan, bu küçük olay aslında büyük bir drama yol açabilir.”