24.08.2022
ELEŞTİRİ: Maps to The Stars
Halil İbrahim Sağlam
David Cronenberg kuşkusuz artık eski Cronenberg değil. Cronenberg sinemasını 2000 öncesi “body-horror” filmlerinden ibaret sayanlar ve onu öyle sevenlerin günümüzde hayal kırıklığına uğramaları gayet doğal. Cronenberg’in et, kan ve teknolojinin insan vücuduyla metamorfozu formülündeki fantastik, bilimkurgu ve gerilim türü filmleri artık eskide kaldı. 2005’te A History of Violence ile başlayıp 2007’de Eastern Promises ile devam eden farklı bir sürece giren yönetmen, filmlerinin sert ve şok edici yapısını daha realistik bir hikaye ekseninde anlatmaya başladı. Sonrasında gelen klasik biyografi filmi A Dangerous Method (2010) ve soyut – teatral düzlemdeki yapıbozucu filmi Cosmopolis (2012) ile Cronenberg’in artık kendi sinemasında farklı şeyler denemek istediğini ve eski filmlerinin yapısına geri dönmeyi reddettiğini görmek mümkün. Bu bağlamda son filmi Maps to the Stars da Cronenberg’in bu değişimini kabullenip sevenler için ilginç bir seyir deneyimi vadediyor. Kabullenemeyenler ise maalesef “Ah Cronenberg, hey gidi günler!” demeye devam edecektir.
Cronenberg, Hollywood’u ve yıldız sistemindeki yapaylığı, dönen entrikaları, starların birbirleriyle çekişmelerini, uyuşturucu bağımlılığını ve grup seks ilişkilerini güçlü bir dramatik hikaye örgüsüyle sert şekilde eleştirmeyi amaçlıyor. Bu yolculukta kurmaca isimler kadar gerçekte var olan yıldız oyuncuların isimlerinin de senaryoda geçmesi günümüz sinema sektörüyle gerçekçi bir bağ kurmamızı da sağlıyor. Böylelikle cast seçimlerine bakıldığında filmdeki kurmaca karakterleri fiziksel olarak gerçek ünlülerle benzeştirmek de mümkün oluyor. Saçlarıyla, giyim tarzıyla ve uyuşturucu bağımlılığıyla Benjie (Evan Bird)’nin Justin Bieber ya da Macaulay Culkin’i, şizofrenik hareketleri ve çillerle kaplı vücuduyla Havana (Julianne Moore)’nın Lindsay Lohan’ı anımsattığını söyleyebiliriz. Cronenberg’in ise Cosmopolis’te limuzinin arkasına oturan multimilyoner Eric’i canlandıran Robert Pattinson’u bu sefer ünlülerin limuzin şoförü yapması da göze çarpan hoş bir ayrıntı.
Maps to the Stars, her ne kadar Cronenberg’in artık filmografisinde farklı yapıtlar ortaya koymak istemesinin bir sonucu olsa da eski filmlerinin “body-horror” motifini hikaye içerisinde görmek mümkün. Mia Wasikowska’nın deforme olmuş yüzü ile Hollywood şaşaası arasındaki tezatlık filmi kuvvetlendiren unsurlardan. Bu deforme olmuş yüzün dramatik bir hikaye sonucu oluşması, aile bireylerinde kalıcı sorunlara yol açarken “kusursuz görünen her Hollywood yaşantısının altında illa ki derin bir trajedi yatar” önermesine varıyor. Halüsinasyon sahneleri, şizofreni ve gerçeklik arasında gidip gelen boyutlar, korku – komedi ikilemindeki hikaye anlatısı ve Julianne Moore’un filmdeki çiğ dokuyu daha da fazla gözümüze sokan abartılı ama güçlü kompozisyonu filmin türler arasında dolaşan yapısını ilgi çekici kılan faktörler.
“Hollywood ve yıldız sistemi daha ne kadar eleştirilecek?” gibi bir düşünceye kapılabilirsiniz fakat Cronenberg’in dramatik bir hikaye çerçevesinde tasarlayıp korku – komedi arasında gidip gelen ilginç ve zorlayıcı üslubunun tadını her zaman bulamayacağınız aşikar. Buna Julianne Moore’un kariyerinin en iyi performanslarından biri de eklenince Maps to the Stars yılın kaçırılmaması gereken filmlerinden birine dönüşüyor.