24.08.2022

Modern Klasikler: Fargo

Yusuf YETİŞ

Sıkı Bir Coen Kara Mizahı

“Bu gerçek bir hikâyedir. Bu filmde anlatılan olaylar 1987’de Minnesota’da yaşanmıştır. Geride kalanların isteği doğrultusunda isimler değiştirilmiştir. Ölenlere saygıdan dolayı, diğer her şey gerçekleştiği gibi anlatılmıştır.”

Kasvetli bir kara kış, altı cinayet, bir kaçırılma ve bolca Coen mizahı… Coen Kardeşlerin kendi sinemalarına dair ne varsa yansıttıkları ve tüm hünerlerini ortaya döktükleri Fargo; 1996 yılında gösterime giriyor. Filmin başrollerinde; Shameless’taki Frank Gallagher rolüyle bildiğimiz William H. Macy (Jerry Lundegard) kendisine ödül getiren performansıyla Frances McDormand (Marge Gunderson) Peter Stormare (Gaear Grimsrud) ve kötü karakterli yan rollerin alışılageldik ismi Steve Buscemi (Carl Showalter) yer alıyor.

İki kardeşin (Joel, Ethal Coen), senaryosunu birlikte yazdığı filmin, yönetmen koltuğunda Joel Coen yer alıyor. Filmdeki olayların tamamı gerçek bir hikayeden uyarlanmamış olmasına, sadece belli başlı yerlerinin gerçek hayattaki bir kaç hikâyeden etkilenip oluşturulmasına rağmen, filmin girişinde yukarda tamamını alıntıladığım “bu gerçek bir hikâyedir” cümlesi yer alıyor. Bu olay hakkında konuşan Coen Kardeşler, “seyirciye, filmdeki olayların gerçek hayatta yaşanan bir olay olduğunu söylerseniz, kendilerini filmle daha iç içe bir halde bulup hissediyorlar” açıklamasını yapmıştı.

 

Bir tür Coen tokadı

Yapacağı yeni yatırımlar için paraya ihtiyacı olan Jerry Lundegard’ın, Carl ve Gaear isimli iki gangsterle konuşup, eşini kaçırmaları ve karşılığında fidye istemeleri üzerine anlaşmaya çalışmasıyla başlayan film, seyirciyi doğrudan olayların içinden selamlayarak başlıyor. Kayınpederinin ödeyeceği yüksek meblağda fidyenin büyük bir kısmını kendine ayıracak olan Jerry, yapacağı yeni işi için ihtiyacı olan parayı bu şekilde temin etmeyi kafaya koyuyor. Coen Kardeşlerin sıkı bir kara-mizah örneği sergiledikleri film, oluşturulan tüm planın, daha ilk dakikalarda bozulmaya başlaması ile, işlerin ileride sarpa saracağına dair işaretlerini veriyor. Coen sinemasına dair bildiğimiz, beklenmedik ölümler, en basit görünen karakterlerin yaptıkları şaşırtan hareketler, mükemmel diyebileceğimiz sinematografi, hemen hemen tüm derinlikleriyle işlenen karakterler, Fargo‘yu oluşturan parçaların da başında geliyor.

Sadece bir saat kırk dakika gibi bu düzeyde olan diğer filmlere kıyasla kısa sayılabilecek film, Jerry, gangsterler ve kayınpederi gibi asıl hikâyede etkili sayılabilecek üç tarafla başlıyor. İlk kırk dakikasını bu üç ayak üzerine kurulu şekilde geçiren film, işler sıkıcı bir hal mi almaya başladı sorusunu akıllara getirebileceğimiz yegâne anda, filme dördüncü ve bana göre en etkili ayağını sokuyor. Bir tür Coen tokadı diyebileceğimiz bu olay, siz tüm dikkatinizi, tüm enerjinizi bir tarafa vermişken, Jerry’den bile daha etkin ve önemli bir karakteri, Marge Gunderson karakterini devreye sokuyor. Filmin polis ayağını temsil eden ve olayların yaşandığı sırada hamile olan Marge, tüm dengelerini kaçırma üzerine kurduğunu düşündüğümüz hikâyeye, beklenen ama şaşırtan bir yerden, cinayetlerden dâhil oluyor. Filmin ilk kırk dakikasının başrolü konumunda olan Jerry’den başrol koltuğunu kapan Marge, hikayeyi sürekli ve keyifli kılan karakter oluyor. Üstüne üstlük, kara mizah anlayışının da, üzerinden en çok işlendiği isim oluyor.

 

Dizisi de yepyeni bir Coen filmi gibi

Fargo‘nun öncesinde çektiği Barton Fink (1991) ve sonrasında çektiği The Big Lebowski (1998) ile No Country for Old Men (2007) gibi yapımlarla da kendilerinden sıkça söz ettiren Coen Kardeşler, en büyük ünlerini ise Fargo’ya borçlular. Bunda filmin yıllar sonra, yepyeni hikâyeler ve eklentilerle, bir tür antoloji olarak, yeniden Coen Kardeşlerin eşliğinde dizi olarak çevrilmesinin büyük bir payı olduğu aşikar. Şu anda üç sezonu yayınlanan ve “mini dizi ödülü” gibi bir ödülü kazanmış durumda olan Fargo, yayınlanan her yeni bölümüyle, yepyeni bir Coen filmi gibi.

69. Akademi Ödüllerinde “En iyi kadın oyuncu” ve “En iyi özgün senaryo” ödülünü kazanan ve Cannes Film Festivalinden “En iyi yönetmen” ödülüyle dönen film, birçok film kuruluşu tarafından, 1996 yılının en iyi filmi olarak gösteriliyor. Bu bol ödüllü filmle ilgili son alkışımız ise Coen Kardeşlerin birçok filminin müziklerini yapmış olan Carter Burwell ismine gitsin. North Dakota’nın karlı bölgelerinde dolandığımız ve Coen sinematografisinden kasvetli bir kara kışı izlediğimiz filmde, filmin müziği kuvvetli olduğu ölçüde, ortamla uyuşuyor ve o çalmadığı anlarda, hani ne zaman girecek bu müzik diye söylendiğimiz anlar bile oluyor.