28.07.2016

Mon Roi: Aşkın Rehabilitasyonu

Mon Roi

Maïwenn, seksenli yıllardan itibaren oyunculuğa, 2004 yılında çektiği kısa filmi ile de senaristliğe ve yönetmenliğe başlayan bir isim. Özellikle 2011 yapımı hem yönetip hem de oynadığı Polisse filmiyle oldukça başarılı bir iş ortaya koymuştu. Ülkemizde de gösterime giren film, Paris Çocuk Koruma Biriminde çalışanların hem kendi sorunlarıyla uğraştıkları hem de pedofili gibi suçları araştırdıkları süreci işliyordu. Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nün sahibi olan Polisse ile Maïwenn, oldukça etkileyici bir drama imza atarak, sinemaseverlerin bir sonraki işini merakla beklemesini sağlamıştı. İşte yönetmenimiz aradan geçen beş yılın ardından yine Cannes Film Festival’inde ödül (En İyi Kadın Oyuncu) alacak bir filme imza atıyor.

Mon Roi, birbirine paralel ilerleyen geçmiş ile şimdiki zamanda geçiyor. Ayağını kırdığı için bir rehabilitasyon merkezinde tedavi gören Tonny, sürekli geçmişte yaşadıklarını hayal ediyor. Böylece geçmiş yaşantılarına bizi de ortak ediyor. Onun oldukça etkileyici bir erkeğe âşık olması, ilişkiye başlamaları, evlenmeleri ve çeşitli dönemeçlerden geçmelerini bire bir Tonny’nin geçmişi hatırlamasıyla tanık oluyoruz seyirci olarak. Fakat bu geçmişi hatırlama, hastanede yaşadıkları ile bir bütünlük içerisinde gelişiyor tabii ki. Böylece her hatırlama alt üst olmuş psikolojisinde bir onarmaya sebep oluyor. Bir yandan ayağının iyileşmesi için yapılan fizik tedaviler ayağını (buz dağının görünen yüzünü) bir yandan da rehabilitasyon merkezindeki ilişkileri, yaşadıkları geçmişi hatırlayışıyla birlikte ruhunu iyileştiriyor Tonny’nin.

Mon Roi (2)

Mon Roi en net tanımıyla bir ilişki filmi. Birbirine takıntılı, arıza âşıkların mükemmel çizildiği ender filmlerden biri olmayı sonuna kadar hak ediyor. Bu kadar basit bir mevzuyu da iki saat gibi uzun bir zamana öylesine incelikli bir şekilde döşemiş ki yönetmen…  Uzun süresine rağmen bir an bile düşmeyen temposu, iyi kotarılmış bir senaryonun önemini hissettiriyor. Aslında geçmiş zaman filmde şimdiki zamandan daha baskın ve daha çok şey söylüyor. Mon Roi, bu iki zamanı birbirine çok başarılı işliyor; geçmişte mutlu bir hayat yaşanırken şimdiki zamanda sıkıntı, geçmiş sorunlara boğulunca şimdiki zamanda mutluluk anları baş gösteriyor.  Böylece birbirine paralel ilerleyen bu süreçler arasında bir denge kurulmuş oluyor.

Film, asıl çatışmasını ise karakter olarak farklı olmanın ne kadar önemli olduğu üzerine kuruyor. Tonny bir avukattır ve her ne kadar ilk başlarda çılgın bir âşık olabileceğinin sinyallerini verse de gittikçe durulmaya, ayaklarını yere sağlam basmaya başlamaktadır. Georgio ise ilk gün ne ise hep öyle kalıyor. Hatta orta yaş, evli birçok erkeğin yaşadığı bunalımı yaşayarak çok daha kabına sığmaz bir kişiliğe bürünüyor. Bir restaurant işleten ve gayet tasasız bir hayat yaşayan Georgio, birçok yönden Çağan Irmak’ın Issız Adam filmindeki Cemal Hünal’ın hayat verdiği Alper karakterini akla getiriyor bana kalırsa. Zira aynı mesleğe sahip, düzenli bir ilişkinin mutluluğu yerine buhranını yaşamaları çok ortak. Bu da haliyle ikili arasındaki mesafenin artmasına ve mutlak mutsuzluğun gelmesine sebep oluyor.

Oldukça büyük bir hayran kitlesine sahip Vincent Cassel ile Cannes’da ödül alarak da başarısını taçlandıran Emmanuelle Bercot’un oyunculukları kesinlikle takdiri hak ediyor. Mükemmel müziklerle de nakış gibi işlenen filmin, aşka güveninizin kaybolması, ümitsizliğe düşmeniz için değil tam aksine hayata ve geleceğe daha umutla bakmanız için izlemeniz gerekiyor.