13.05.2016

No Escape: Ulu Amerikan Ailesi

Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları kitabı, kendi de aynı yollardan geçmiş John Perkins’in bir nevi iç dökme, kendi geçmişinden arınma, itiraf ederek en azından kendi vicdanını temizleme gibi işlevlere sahiptir. Kitapta aslında bilinmeyen bir şey yoktur, Amerika’nın ve diğer büyük sermaye ülkelerinin, şirketlerin üçüncü dünya ülkeleri olarak tanımladığı ülkeler üzerindeki hakimiyetini ayan beyan ortaya sermesi her şeyi daha görünür kılar sadece. Örneğin kitaptan alıntılanan şu cümlelere bir bakalım:

“Kendi otomobilini üretemeyen ülkeye borç para verip otobanlar, yollar yaptırırız. Sonra onlara arabalarımızı satarız. Daha sonra bankalarını satın alırız. O bankalardan halka ucuz krediler verip daha çok araba almalarını sağlarız. Böylece verdiğimiz o krediyi arabamızı satarak geri alırız, hem de faiziyle. O ülkeye Dünya Bankası ya da kardeş kurumlardan bir kredi ayarlarız. Ayarlanan kredi asla o ülkenin hazinesine gitmez. O ülkede ‘proje’ yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer. Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar, dev havayolları yapılır. Aslında insanların işine yaramayan bir yığın beton yığınları oluşur ve bizim şirketlerimiz kazanır. O ülkedeki birileri de nemalandırılır. Toplum bu düzenekten hiçbir şey kazanmaz. Ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur. Bu o kadar büyük bir borçtur ki ödenmesi imkânsızdır. Plan böyle işler. Sonunda ekonomik danışmanlar/tetikçiler olarak gider onlara deriz ki: ‘Bize büyük borcunuz var. Ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü satın, doğal gazı bize verin, askeri üslerimize yer gösterin! Askerlerinizi birliklerimize destek olmaları için savaştığımız bölgelere gönderin, Birleşmiş Milletlerde bizim için oy verin! Elektirik, su, kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin! Onları Amerikan şirketlerine ya da diğer çok uluslu şirketlere satın!’”

Bu uzunca alıntının özet bir hali bu hafta vizyona giren No Escape filminde Pierce Brosnan’ın canlandırdığı Hammond’un ağzından da dökülür. Üstelik başkahramanımız Jack Dwyer (Owen Wilson) ailesiyle birlikte, yukarıda adı geçen “o ülke”lerden birine “su arıtma cihazlarını geliştiren bir şirket” aracılığı ile gitmiştir. Gittiği günden itibaren de kendini dur durak bilmeyen amansız bir savaşın içinde bulur. Oysaki o, üçüncü dünya ülkesine, pardon Jack’in karısı Annie’nin kendi ağzından söylemek gerekirse “Dördüncü” dünya ülkesine iyilik yapmaya, sularını arındırmaya gitmiştir. Ama gelin görün ki eli silahlı, kudurmuş köpek gibi oraya buraya saldıran yerli terörist grupların hedef tahtası haline gelirler. Ne olduğuna, neden olduğuna anlam veremeden ailesini kurtarmaya çalışan Jack ve Annie, ülkeye girerken karşılaştıkları ve sonradan ajan olduğunu öğrendikleri Hammond’dan aslında kendi ülkelerinin şirketlerinin esas suçlu olduğunu öğrenene kadar bu kaçış, kovalamacanın içinde bir oraya bir buraya savrulurlar. Gerçi bu gerçeği öğrendikten sonra da durum değişmez. Hatta eli silahlı “teröristler” daha da acımasız hale gelirler.

Kısaca öyküsünü ve gidişatını özetlemeye çalıştığımız No Escape, senaryosunun tüm ahlaki kusurlarını bir yana bırakırsanız 1980’lerden fırlamış bir aksiyon filminin kodlamalarını içeriyor. Son derece muhafazakar bir bakış açısı ve aileyi odağa koyan masumiyet anlayışı ile 1980’lerin Amerikan maceralarından hiçbir eksiği yok. Ancak bir fazlası var o da yukarıda alıntıladığımız Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları kitabında geçen cümlelerin bir özeti niteliğindeki “Aslında biz suçluyuz” özeleştirisi gibi görünen Hammond tiradı. (Bu arada kaynaklarda filmin Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları kitabı ile ilgili bir bağlantısı görünmüyor ancak Pierce Brosnan’a yazılan replik düpedüz o kitaptan alınmış, okuyanlar ve filmi izleyenler mutlaka bağlantıyı görecektir) Bu özeleştiri gibi duran ancak filmin hiçbir yerine yamalanamayan cümleler, filmin gidişatını değiştirmek şöyle dursun karşı karşıya gelen iki tarafta hiçbir değişikliğe yol açmıyor. Yani anlayacağınız, “biz araya böyle bir eleştiri sıkıştıralım da milliyetçiliğimiz, kibrimiz o kadar ayyuka çıkmasın” der misali bir yama halinde o cümle filmde sırıtıyor. Böylece de kendi ülkesinde suya muhtaç hale gelen insanların içine düştükleri halin hiçbir önemi kalmıyor.

İlk sahnesinden itibaren ayak bastıkları ülkenin ne kadar kötü, ne kadar insanlıktan, medeniyetten uzak olduğunun altını çizen kareler ve diyaloglar izleyeni epey rahatsız ediyor. Karşıdaki eli silahlı teröristler o kadar kötü, o kadar acımasız çiziliyor ki filmin “Aslında bu düşmanlığı biz yaratıyoruz” hali “Bu insanlardan da ancak bu olur” haline evriliyor. Üstelik darbe yapan bu silahlı kuvvetlerin yanında hiç esamesi okunmayan ve ara sıra görünen “halk” çizimi de epey sönük. Filmde tüm ülke birleşmiş, Jack ve ailesini yerle bir etmeye karar vermiş canavarlar ordusu haline gelmiş. O kadar canavarlar ki kendi kızının tetiğini çekeceği bir silahla Jack’i öldürmeye çalışıyorlar. Ama aile o kadar önemli ve o kadar özel ki “Her şey yoluna girecek, on adım daha” motivasyonuyla dünyanın cehennem halinden çıkabiliyorlar. Pasaportlarını taşıdıkları, iyi bir yaşam sürdükleri ülkelerinin dünyada açtığı gediğe düşmeleri de onların talihsizlikleri…

Nereden baksak sorunlu, nereden yakalamaya çalışsak elde kalan senaryo ile 2015 yılında böyle bir filmin çekilebiliyor olması bir sinema ayıbı olarak haneye yazılsın diyoruz sadece.