21.09.2022
Pera Sohbet: Cem Demirer ile “Mendirek” Üzerine
“Toplumda her birey doğdukları andan itibaren cinsiyetlerine göre bir bagaj taşıyor, bagajın içinde de toplumun kalıplaşmış beklentileri var”
Ada hikâyeleri, edebiyatın yanı sıra sinemada da kendine yer bulmakla kalmayıp seyircisini farklı bir dünyaya davet etmiştir her zaman. Sinemamız bu yönüyle çok fazla örneğe sahip olmasa da adada geçen bir hikayeyle karşılaştığımızda zihinlerde bıraktığı tat çok başka oluyor. Küçüklüğünden bu yana yaz mevsiminin bir kısmını Bozcaada’da geçiren Cem Demirer’in 29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini gerçekleştiren ilk uzun metrajı Mendirek de her yönüyle tipik bir ada hikâyesi. Film, Bozcaada’da balıkçılık yapan iki kuzen Aslan ve Yılmaz’ın hikâyesine ortak ediyor seyircisini. Başrolde yer alan isimler ise Barış Yılmaz Gündüz ve Alihan Kaya.
Filmin yönetmeni Cem Demirer ile gerçekleştirdiğim bu röportajda filmi, hikayesi, çekimleri, gelecek hedefleri ve merak ettiğim başka pek çok konuyu konuşma fırsatı buldum. Keyifli okumalar.
Bozcaada’da balıkçılık yapan iki kuzen Aslan ve Yılmaz’ın hikâyesine ortak oluyoruz Mendirek’te. Filmin hikâyesi nasıl ortaya çıktı?
Küçüklüğümden beri yaz aylarının bir bölümünü Bozcaada’da geçiyorum. Bu süreçte Bozcaadalı birçok balıkçı tanıma fırsatım oldu ve balıkçılık dünyası ile ilgili birçok hikayeye kulak misafiri oldum. Beni etkileyen hikayelerden biri de; ıstakoz yuvalarının ne kadar değerli olduğu ve eskaza bir yuva bulursan bu sırrı kimseyle paylaşmaman gerektiğiydi. Tabii böyle bir keşifte bulunulduğunda bunu başkasıyla paylaşmak kişinin kendi tercihine kalmakla beraber, Mendirek’teki Aslan karakteri bulduğu ıstakoz yuvasını kimseye söylemiyor ve bununla birlikte olaylar gelişmeye başlıyor.
Böyle bir hikâyeyi çekmek içinse mekan olarak adanın tercih edilmesi verilmek istenen etkiyi çok daha fazla artırdı. Her zaman, adada doğmuş ve büyümüş insanların karakter özellikleri daha bir üstlerine yapışmış gibi gelir. Bu durumun oluşmasında, adanın izole yapısı ve bunun oluşturduğu yakın insan ilişkilerinin etkisi kaçınılmaz. Oluşan bu yakınlığın sonucu olarak da kişiler üzerindeki kalıplaşmış beklentiler daha sert ve delmesi güç olabiliyor. Bu dinamikler çekmek istediğim psikolojik gerilim için bana çok geniş bir oyun alanı sağladığından; Bozcaada, Mendirek’i çekmek için vazgeçilmez bir konum oldu için diyebilirim.
Mendirek ilk uzun metrajınız ve yönetmenler açısından bu ilk adım her zaman özel bir yere sahiptir. Filminizin hazırlık, çekim ve post prodüksiyon sürecinin nasıl ilerlediğinden bahsedebilir misiniz?
Mendirek’in yolculuğu kısa film olarak başladı. 2017 yılında Londra Film Okulu’nun bitirme projesi olarak çektiğim Şeytan Tırnağı adlı ilk kısa filmimi tamamladıktan sonra Bozcaada’yı ve içindeki insanları daha kapsamlı bir biçimde işleyebileceğimi fark ederek uzun metraj çalışmalarına başladım. Aslında bahsettiğim iki film de birbirinden tamamen bağımsız fakat ekip ve cast olarak neredeyse aynı. İlk çektiğimiz kısa film, uzun metraj için bir ön hazırlık oldu diyebilirim. Özellikle ada halkının ve filmde yer alan amatör oyuncuların kameraya alışması bakımından çok yararlı oldu. Bence filmin en zorlayıcı yanlarında biri amatör oyunculardı. Ana karakter olan Barış Yılmaz Gündüz (Yılmaz) ve Alihan Kaya (Aslan) haricinde filmdeki herkes hayatında hiç kamera önüne çıkmamış insanlar. Kameraya alışmaları ve performanslarını sergilemeleri zaman aldı.
Mendirek’i çekme kararını aldıktan sonra Türkiye’deki yapımcım olan Eda Bilge Çarıkçı ile tanıştım ve bu filmde birlikte çalışmak için anlaştık. Birçok kez Bozcaada’ya gittik geldik, adadan oyuncular bulduk, mekanları netleştirdik. Kendisi bu film için çok uğraştı ve buradan ona teşekkürlerimi sunuyorum. Çekime 2-3 ay kala görüntü yönetmenim Sebastian Lojo ile diğer yapımcım olan Remi Itani Bozcaada’ya geldi ve işler ciddiye binmeye başladı.
Çekim süreci son derece zor geçti. 36 gün sürdü. İki saat uyuduğumuz günler oldu. Özellikle deniz üstü/altı çekimler çok yorucuydu. Bütün mekanları ve oyuncuları ada içinden bulacağımızı bildiğimden rahat bir çekim olacağını düşünüyordum, yanılmışım.
Son 8 yıldır Londra’da görüntü yönetmenliği ve yönetmenlik yapıyorum. Bu yüzden montajı editörüm Julien Testa ile Londra’da yaptık. Film çok fazla Türkçe diyalog içerdiğinden birçok sahneyi ben kendim montajladım. Elimizde inanılmaz geniş bir materyal vardı. Filmin tıraşlanmış senaryo kesimi 3 saat 15 dakika oldu. Bu çok uzundu, birçok sahne ve hikâye ark’ını kesmek zorunda kaldık. Uzun kesimde Bozcaada’nın kendisi de bir karakterdi fakat kısaltılmış kesimde Yılmaz ve Aslan arasındaki hikâye daha akıcı yansıtıldı ve ön plana gelmiş oldu. Belki de olması gereken buydu.
Filmin başrolleri Aslan ve Yılmaz her ne kadar farklı karakterlere sahip olsalar da Bozcaada’ya sıkışmaları sebebiyle ortak kaderi paylaşıyorlar. Aslan, bir gün adadan gururla ayrılıp arkasından herkesin ismini zikredeceğini hayal ederken Yılmaz ise evinden ayrılan eşiyle arasını düzeltmeye çalışıyor. Senaryo yazım aşamasında iki zıt karakterin arasındaki ortak birlikteliği ve bağlantıyı nasıl kurguladınız?
Dediğiniz gibi Aslan ve Yılmaz her ne kadar farklı kişiliklere sahip olsalar da iki karakter de bir bakıma çevresinden ilgi ve kabul görmek istiyor. Aslan, babası Hasan yüzünden çok silik ve pasif bir karaktere sahip, bu baskıya ve küçümsemeye çocukluğundan beri ada halkı tarafından da mazur kalıyor. Bu durum Aslan’ın doğal olarak babasına, ada halkına ve özellikle son derece kıskandığı Yılmaz’a karşı büyük bir nefret beslemesine sebep oluyor. Aslan son derece bencil bir karakter aslında. Kimse onunla empati kurmadığı için, onun da kimseye empati duyma gibi bir durumu yok. Yılmaz, Aslan’ın tersine daha sosyal ve aktif. İlk izlenimi sempatik, rahat bir havası var. Fakat film ilerledikçe Yılmaz’ın da Aslan gibi yalnız olduğu ve yüzleşmeye cesaret edemediği sorunları olduğunu görüyoruz. Bana sorarsanız Mendirek filmi Yılmaz’ın kendisiyle yüzleşmesini anlatıyor. Hayatı boyunca kurduğu ilişkilerde her ne kadar iyi niyetli ve yardımsever bir kişilik sergilese de filmin sonunda aslında bu davranışlarının altında kendi egosunun ve bencilliğinin yattığını fark ediyor.
Filmi bir erkeklik mücadelesi olarak tanımlasak hiç yanlış olmaz sanırım. Zayıf gibi görünen Aslan, denizin dibinde keşfettiği ıstakoz mağarasıyla konumunu güçlendirirken güçlü bir mizaca sahip Yılmaz ise amcasının tabiriyle “Kadın kısmı bu kadar boş bırakılmaz ki. Gitsin karısına sahip çıksın” sözünün altındaki kalmanın verdiği güçsüzlüğünden kurtulmaya çalışıyor. Bu noktada ise her iki karakter arasında özellikle filmin ikinci yarısında alttan alta daha da körüklenen bir erkeklik mücadelesi başlıyor. Filmin belki de dozunu ayarlaması en zor olan bu noktasını, her iki karakter adına insan evrimin temel bir aşaması olarak görebilir miyiz?
Filmin görünür temaları benim için arkadaşlık, ihanet ve kendini tanıma. Fakat bu temaların ortaya çıkmasının altında yatan asıl neden sizin de dediğiniz gibi bir erkeklik kaygısı ve mücadelesi. Bu mücadele sadece birbirlerine karşı değil, aynı zamanda kendi içlerinde yaşadıkları ve topluma karşı da gösterme zorunluluğu hissettikleri bir erkeklik mücadelesi. Filmin sonlarına doğru bu mücadele karşılıklı bir yapıya da dönüşüyor. Bence bizim toplum ve kültürümüzde bu tarz mücadelelerle boğuşmamamızın ve tercihlerimizi fark etmeden bile olsa bu dinamikler altında yapmamamızın mümkünatı yok. Toplumda her birey doğdukları andan itibaren cinsiyetlerine göre bir bagaj taşıyor, bagajın içinde de toplumun kalıplaşmış beklentileri var. Bazısı bu beklentiye karşı çıkıyor, bazısı da karşılamak için bir çaba sarf ediyor. Bu süreç herkes için zorlayıcı olmakla birlikte bazılarının kendini keşfetmesini sağlarken bazıları için yıkıcı olabiliyor.
Karakterler arasındaki paranoya, filmin dramla başlayan serüvenini adım adım gerilim faktörünün de ön plana çıkıp şekillendirdiği bir duruma eviriyor. Türler arasındaki bu dengeli geçişi olay örgüsünün de dinamiklerini bozmadan nasıl başardınız?
Filmin ilk çeyreğini Aslan’ın gözünden izlerken Aslan’ın nasıl bir hayat yaşadığını, sorunlarını ve isteklerine tanıklık ediyoruz. Bu bölümün, adada herkes tarafından dışlanan bir karakterin birkaç gününü anlattığı için dram türü gibi durması normal. Aslan’ın ana karakter olduğu bu bölüm, Aslan’ın su altına daldığı ve sonradan öğrendiğimiz ıstakoz yuvasını bulmasıyla son buluyor.
Bu sahneden sonra ana karakter uzun ve yavaş bir zoom ile Yılmaz’a dönüyor ve film bilinçli bir şekilde Aslan karakterini izleyiciden saklamaya başlıyor. İlk bölümden tanıdığımız ve motivasyonlarını bildiğimiz Aslan’ın planlarını bu sefer Yılmaz’ın gözünden çözmeye çalışıyoruz. Bu bilinmezlikler Yılmaz’ın kontrolü yavaş yavaş kaybetmesine neden olurken filmi de psikolojik gerilim türüne eviriyor. Yani türler arasındaki bu dengeli geçişi sağlayan şey filmin farklı karakterlerin gözünden izlenmesiyle bu duyguların daha yoğun aktarılmasından geçiyor.
Filmin birkaç kısa sahnesi dışında hiç kadın karaktere rastlamıyoruz. Bu tercihinizi filmin ortaya koyduğu o eril mücadeleyi baş başa bırakmak istemenizle açıklayabilir miyiz?
Evet, filmde iki tane kadın karakter var. Bir tanesi Aslan’ın hayatındaki tek kadın olan annesi (Serap Kaya), diğeri de Yılmaz’ı terk etmiş olan karısı Melek (Cansu Şimşek). Melek’in sesini sadece Yılmaz ile yaptığı telefon görüşmelerinde duyarken son sahnede de silüet olarak görüyoruz. Melek karakterinin gözükmemesi benim için çok önemliydi çünkü Yılmaz için artık ulaşılmaz bir karakter ve bu ulaşılmazlık onu Yılmaz’ın gözünde daha önemli hale getirirken aynı zamanda kendisine karşı takıntılı bir yaklaşım çizmesine neden oluyor. Bana sorarsanız Melek karakterini göstermemek, göstermekten çok daha etkili. Özellikle Yılmaz’ın yüzdüğü bilinmezlik denizinin büyük bir bölümünü oluşturuyor.
Aslan’ın denizin dibinde keşfettiği ve kimseye söylemediği ıstakoz mağarası, onun için bir bakıma tılsımlı bir güç oluyor fakat Yılmaz’ın durumu öğrenmesi sonrası Aslan’ı köşeye sıkıştırma çabaları da ikili arasında adeta bir kovalamacaya dönüşüyor. Bu noktada ada ve daha dar bağlamda ele alındığı takdirde deniz, ikisinin karşı karşıya geldiği bir arena oluyor. Filmi büyük bir metropolde veya bir taşra kasabasında benzer bir konuyla çekseydiniz aynı tonda bir anlatıma ulaşma şansınız olur muydu? Hikâyenin Bozcaada’da geçmesi hangi açılardan elinizi güçlendirdi?
Genelde adalara ulaşım sınırlı olduğundan dışarıdan çok insan gelmez, gelse de uzun kalmazlar. Bir adada yaşıyorsanız veya doğduysanız içinde bulunduğunuz ilişkiler şehir hayatına kıyasla daha birbirine bağlı ve yakın olabiliyor. Fakat ilişkilerde çatlaklar varsa veya üzerinize bir etiket yapıştıysa bu durumdan kurtulmak hayat boyu mümkün olmayabilir ve ada hayatı sizin için bir işkenceye dönüşebilir. Tıpkı Aslan’ın durumu gibi.
Aslan’ın adayı bir hapishane gibi görmesi ve Yılmaz’ın Çanakkale’deki karısı Melek’e ulaşamaması bu hikâyenin var olmasını sağlayan en büyük iki faktör. Bu yüzden, bu hikâye ada dışında bir mekanda -özellikle bir metropolde- çekilseydi belki de çözülmesi gereken sorunlar daha kolay hallolacaktı. Hatta karakterlerin kişiliklerinin yontulmasını sağlayan bu elementler belki de hiç var olmayacaktı. Denizin rolü ise adeta film boyunca ilerleyen bilinmezlik durumunun bir metaforu gibi benim için.
Filmin hatrı sayılır bir kısmı denizde geçiyor. Bu durumun çekimler esnasında yarattığı dezavantajlar oldu mu? Özellikle deniz yüzeyinin altındaki çekim süreci nasıl oldu?
Deniz üzerinde çekim yapmanın tek avantajı; güneşin pozisyonunu istediğiniz gibi ayarlayabilmeniz, aslında bu durum görüntü yönetmeninin mükemmelliyetçilik damarını kabarttığından her zaman da bir avantaj diyemeyiz. Bunun haricinde, denizin üzerinde çekim yapmak her bakımdan bir dezavantaj. Deniz insanı çok yoruyor. Rüzgar yüzünden çekimi ertelediğimiz ve bazı sahneleri kısa kesmek zorunda olduğumuz çok oldu. Haftalık çekim programını rüzgara göre ayarlıyorduk. Her zaman bir B-C-D planlarımız vardı. Birinci yönetmen yardımcım Paisley Valentine ve onun yardımcısı Ataberk Kaya bu program karmaşasını çözmek için bir jonglör gibi performans sergilediler.
Su altı çekimleri deniz üstü çekimlerinden de zordu. Son derece yorucu, gergin ve tehlikeli bir iş. Su altı çekimlerinin detaylarını ilerideki soruda cevaplayacağım. Fakat Mendirek tecrübesinden sonra deniz üstünde veya altında geçen bir hikâye yazmayı düşünmüyorum.
Mendirek’in gerçek ve rüya arasında salınan sahneleri de filmin atmosferine farklı bir dokunuş getiriyor. Salt gerçek veya rüya olarak tanımlamakta güçlük çektiğimiz bu anlar arasındaki sahne geçişleri de filmin anlatımına dinamizm getiriyor. Bu tercihinize dair neler söylemek istersiniz?
Yılmaz’ın bölümünde birçok bilinmezlik ortaya çıkmaya başlıyor. Bu bilinmezlikler ile cebelleşen Yılmaz, bir süre sonra artık gerçeklikle olan bağını kaybediyor ve paranoyaklaşıyor. Film de görüntü ve ses olarak objektif bir anlatımdan subjektif bir anlatıma doğru yavaş bir şekilde Yılmaz’ın bu duygu durumundan beslenerek evriliyor. İzleyiciyi bu geri dönüşü olmayan spiralin içine sokarken, aynı zamanda filmin de duyusal havasını oluşturuyor.
Filmin başrolleri Barış Yılmaz Gündüz ve Alihan Kaya’nın arasındaki uyum, seyirciyi her an hikâyenin içinde tutmayı başarıyor. Oyuncu yönetimi konusunda nelere dikkat ettiniz ve oyuncularınızdan beklediğiniz performansı tam olarak aldığınızı düşünüyor musunuz?
Barış Yılmaz Gündüz (Yılmaz) ve Alihan Kaya (Aslan) hem benim çok yakın arkadaşlarım hem de birbirleriyle de yakın arkadaşlar. Bence ikisi arasındaki uyum ve performanslarının başarısı kesinlikle bizim bu güzel ilişkimizden dolayı var oldu. Bu filmi çekmeden önce çok sıkı bir kampa girdik. Barış ile aylar öncesinden adaya gelip ortamı birlikte inceledik. Bütün sahneleri önceden en ince detayına kadar konuştuk, hatta birlikte yazdığımız bazı sahneler bile oldu. Oyuncuların filmdeki karakterleriyle kendi karakterleri arasında bağlar kurduk. Filme bir ay kala zaten ikisi de artık filmdeki karakterleri gibi yaşamaya başlamışlardı. Aslında tam bir metot oyunculuğu yaptık. Fakat bana her zaman güvendiler ve bunun sonucunda da çok güzel bir oyunculuk sergilediler. Oyuncularımdan beklediğim performansı tam olarak aldığımı düşünüyorum. İkisine de teşekkür ediyorum. Kendilerinin bu filme kattıkları oyunculuktan çok daha fazlasıdır.
Filmde çok sayıda denize dalma ve deniz yüzeyinin altında geçen sahne var. Dalış konusunda oyuncu ve teknik ekip nasıl bir eğitim aldı?
Filmin su altı çekimleri Balıkgözü Sualtı Prodüksiyon ile yapıldı ve dört gün sürdü. Teknik ekibi ve ekipmanları kendileri sağladılar. Anlaşmamızın içinde su altı dalış dersleri de vardı. Ben ve oyuncum Barış (Yılmaz), birlikte su altı dalış dersleri ve teorik dersler aldık. Şu anda ikimizde de bir yıldız dalıcı belgesi bulunuyor. Barış ile birlikte bu dersleri almam önemliydi çünkü oyuncumu ve su altı çekim takımını ne kadar zorlama hakkına sahip olduğunu anlamam ve teknik olarak neyin yapılıp yapılamayacağını bilmem gerekiyordu. Eğitim kısmı çok eğlenceliydi. Hatta bir ara ikinci dalış belgesi yıldızımı da almak için eğitimlere devam etmeyi düşünüyorum.
Filmin görüntü yönetimi ve özellikle ses tasarımındaki başarı, teknik anlamda fark yaratan bir anlatımı beraberinde getiriyor. Çalıştığınız isimlerle bu iki nokta özelindeki ilerleyişiniz nasıl oldu?
Teşekkür ederim. Guetamalalı görüntü yönetmenim Sebastian Lojo ile iş arkadaşlığının yanı sıra çok yakın bir dostluğumuz da var. Bu tarz birliktelikler önceden de belirttiğim gibi benim için çok önemli. Kendisi çekimlerden iki ay önce geldi ve benimle Bozcaada’da kaldı. Bütün mekanları gezdik ve filmin dilini birlikte oluşturduk.
Filmin ilk bölümü objektif bir anlatıya sahip. Yani görsel anlatı hikâyeyi olduğu gibi göstermeye çalışıyor. Aslında burada şunu da eklemem lazım; objektiften kastım, filmin ikinci yarısına kıyasla objektif diyebiliriz. Yoksa kamera birçok kez Aslan’ın ne düşündüğünü ve hissettiğini göstermek için bir çaba gösteriyor, o kadar da tarafsız değil yani.
Filmin ikinci yarısında işler değişiyor. Kamera hareketleri artık bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Kadrajlamalarda Aslan karakterinin yüzünü bilinçli bir şekilde saklıyor ve kendisi ile olan bağı koparmaya çalışıyor. Hatta bazen haddini aşıp izleyiciyi de kandırmaya çalışıyor diyebilirim.
Ses tasarımı da görüntü yönetimini ile paralel ilerliyor. Diegetic sesler zaman zaman kendini diegetic olmayan seslere dönüştürüyor. Bazı sahneler subliminal mesajlar vermeye bile çalışıyor. Ses tasarımını Portekiz’de ufak bir stüdyoları olan (Pulsar Studios) arkadaşlarım Dinis Henriques ve Tiago Cardoso ile birlikte yaptık. Filmdeki birçok folley sırf bu film için orijinal kaydedildi ve tasarlandı.
Mendirek, senaryosunu yazıp çekmiş olduğunuz ilk kurmaca. Bu ilk filminizde “Şu noktayı daha iyi yapabilirdim” dediğiniz yerler oldu mu? Bu film size ne gibi tecrübeler kazandırdı?
Bu kadar uzun süre her aşamasında içinde olduğunuz projelere bir yerden sonra doğal olarak yabancılaşmaya başlıyorsunuz. Şu anda filmimi objektif bir biçimde değerlendirmem imkansız ve en ufak detaylar dahi beni rahatsız etmeye yetiyor.
Şu noktayı daha iyi yapabilirdim dediğim birçok yer var fakat bana en çok dert olan kısım, senaryo tasarlama aşamasına ve sahne aralarındaki bağlantılara çok mekanik yaklaşmam. Bence sinema sanatı inanılmaz derece esnek ve dışa vurumcu bir potansiyele sahip. Bütün hikâyenin ve karakterlerin mükemmel bir şekilde birbirine bağlanmasına gerek yok. Zaten mükemmel diye bir şey de yok, biraz rahat olmak gerekiyor. Verilmesi gereken hissiyat daha önemli ve başarması daha da zor. Zaten sinema sanatı biraz da bu mekanik anlatıdan çıkıp o tarafa doğru evriliyor.
Filminiz Türkiye prömiyerini 29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde gerçekleştirdi. Filmin bundan sonra yurt içi ve dışındaki festival yolculuğu nasıl olacak?
Mendirek, Amerika prömiyerini Atlanta Film Festivali’nde yaptı. Adana Altın Koza Film Festivali’nden sonra da 21 Eylül’de Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde gösterimimizi yapacağız.
İlerleyen süreç için üzerinde çalıştığınız yeni projeler varsa ufak tüyolar paylaşabilir misiniz?
Uzun metraj olarak aklımda Karadeniz bölgesinde geçen insan kaynaklı bir doğa olayının ve bu olayın sonuçları olarak yaşıtları tarafından zorbalığa uğrayan genç bir kızın hikâyesi var. Fakat şu an da uzun metrajdan ziyade yukarıdaki soruda bahsettiğim metodu deneyeceğim bir kısa film çekmek istiyorum.
Görüntü yönetmenliği olarak, aralık ayında Londra’da bir kısa film ve önümüzdeki yaz da Guetemala’da çekilecek bir uzun metraj projesi bulunmakta.