29.04.2021
Pera Sohbet: Doğuş Özokutan
Sevgili Doğuş Özokutan ile sinemaya ve yönetmenlik serüvenine dair çok keyifli bir röportaj gerçekleştirdik
Her zaman söylemek istediği bir şeyler olan ve onları her koşulda kitlelere anlatmanın bir yolunu bulan sinema aşığı bir yönetmen Doğuş Özokutan ve ürettikleriyle daha adından çok söz ettirecek gibi duruyor!
Evet, konuya direk giriş yaparak sormak istiyorum; Neden sinema?
Hem annesi hem babası çalışan, okuldan boş bir eve dönen bir çocuk olarak tüm çocukluğum kiralık VHS kasetlerden film seyrederek geçti, ilk gençliğimin en güzel günleri arkadaşlarımla sinemaya gittiğim günlerdi. Sinemanın büyüsünü çok küçük yaşlarda hissettim… En zor zamanlarında, zihnimde hikayeler yaratmak her zaman beni rahatlatan bir şey oldu. Seyirci koltuğundan kalkıp yönetmen koltuğuna oturduğumda, bu sanatın diğer sanat dallarıyla ilişkisini anlamaya başladığımda, arkasındaki felsefe hakkında okudukça sinemaya daha da âşık oldum.
Yönetmen ve senarist olmaya ilk karar verdiğin anı hatırlıyor musun? Kendiliğinden mi gelişti yoksa planlı bir süreç mi oldu?
İlk karar verdiğim anı hatırlamıyorum… Açıkçası üzerine düşünüp karar verdiğim bir şey değildi. Yapmaya ihtiyaç duyduğum bir şeydi daha çok…Senaryolarımı yazarken de planlayarak ilerlemiyorum. Sanırım bu konuda şanslıyım. Filmlerimin önemli bölümü aklıma çekilmiş halleriyle geliyor diyebilirim… Görüntüleriyle, sesleriyle, başıyla ve sonuyla… Bana kalan, aklıma gelen bu görüntüleri, bütçe imkanları dahilinde çekilebilir bir hale sokmak oluyor.
Bize biraz aldığın eğitimlerden ve kariyer yolculuklarından bahseder misin?
Sanatla ilişkili bir eğitim almak isteyen birçok gencin ailesi gibi benim ailem de “Aman ha o bölümü okursan aç kalırsın” nidalarıyla beni korkuttu. Uluslararası ilişkiler ve finans eğitimi aldım. Bir süre borsacı olarak çalıştım… Bu sırada, oldukça yoğun iş saatleri arasında bir yandan “Doğa Öz” mahlasıyla sanat yazıları yazdım, röportajlar yaptım, televizyon programları için çalıştım diğer yandan belgesel projelerinde yönetmen asistanı ve kurgucu olarak çalıştım.
Bir süre sonra borsa işi benim için dayanılmaz hale geldi, ani bir kararla işi bıraktım ve gazetecilik yapmaya başladım. İlk filmimi de gazetecilik yaparken çektim. Daha sonra kendimi akademik anlamda da geliştirmek ihtiyacı duydum. Görsel sanatlar alanında yüksek lisans yaptım. Zeynep Atakan’ın Yapımlab eğitimlerine ve Kathleen McInnis’in atölyelerine katıldım. Tabi öğrenmek asla sonu olmayan bir iş, bu yüzden sinema konusunda bulabildiğim tüm kitapları okumaya, katılabildiğim tüm eğitimlere katılmaya devam ediyorum. Pandemi sürecinin tek avantajı belki de İstanbul’da yaşamadığım için katılmakta zorluk çekeceğim bir sürü atölyeye internet üzerinden katılabilmek oldu…
HAYAT ABSÜRD, KARA KOMİK BİR HİKÂYE
Yönetmenlik yapan pek çok kişi gibi sen de hem başka bir iş yapıyor hem de bir yandan film çekiyorsun. Aradaki dengeyi nasıl kuruyorsun? Senaryo yazma ve film çekme süreçlerine kariyerinin ne gibi katkıları oldu?
Evet, gazetecilik çok severek yaptığım, çok değer verdiğim bir meslek. Haber yapmak hem çok sevdiğim hem de senaryo yazmama oldukça yardımı olan bir iş. Bir olayı, bir açıklamayı haberleştirmek için onu anlamak ve karşındakinin anlayabileceği hale getirmek gerek. Bu, öykü anlatırken çok işe yarayan bir pratik. Gazeteci olarak sürekli insanlarla, hayatla, gündemle temas halindesin… Bu yaşayış biçimi senaryo yazmak isteyen biri için harika bir ortam yaratıyor. Öte yandan şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Tabiî ki tam zamanlı çalışırken film kariyerine devam etmek çok zorlayıcı… Özellikle vakit bulabilmek açısından…
İlk kısa filmin “Olağan Denemeler” çok başarılı oldu ve pek çok ödül kazandı. Biraz bu süreçten bahseder misin?
Olağan Denemeler, kendi depresyon deneyimimden yola çıkarak yazdığım bir filmdi. Belki de bu kadar şahsi bir yerden yola çıktığım için farklı ülkelerde, farklı kültürlerde çok güçlü bir karşılık buldu.
23 ülkede 41 uluslararası festivalin resmi seçkisine giren Olağan Denemer, Amerika’da yapılan Worldfest-Houston Film Festivali’nde platin ödül, Seattle Türk Filmleri Festivali’nde birincilik, Brezilya’da yapılan Macaé Cine’de mansiyon ödülü aldı. 5 bin başvuru arasından, Amerikan Akademi Ödülleri için ön eleme yapan Japonya’daki “Short Shorts & Asia” Festivalinde yarıştı.
Yurt dışındaki 41 festivalin hepsine katılmamız tabi ki mümkün olmadı ama gittiğimiz yerlerde aldığımız tepkiler harikaydı. Bende en büyük etkiyi bırakan ise, Seattle’daki festivalde gösterimin ardından yapılan soru cevap etkinliğinin sonrasında, salondan çıkarken beni bekleyen ve kendi depresyon öykülerini ve intihar denemelerini anlatan seyirciler oldu.
Filmlerin genelde kara komik hikâyelerden oluşuyor, sence bunun sebebi nedir? Özel hayatında çok komik ve esprili birisin, bunun filmlerine yansıdığını görebiliyorum. Peki bu hikayelerin senin iç dünyan ile nasıl bir bağlantısı var?
Çünkü hayat, absürt, kara komik bir hikâye…
Bir başkasının senaryosunu ekrana taşıyarak yönetmek ister misin yoksa hep kendi yazdığın hikayeleri mi çekmeyi planlıyorsun?
Eğer sevdiğim bir senaryo olursa neden olmasın. Öte yandan anlatmak istediğim o kadar çok öykü var ki, önce onları çekmeyi tercih ederim.
GELECEK VADEDEN, MÜCADELECİ VE GÜÇLÜ BİR KADIN SİNEMACI
İkinci kısa filmin ve benim de çok sevdiğim “Kısmet” ödülden ödüle koşarak pek çok festivale katıldı. Senaryo nasıl ortaya çıktı? Kazandığın ödüllerden ve filmin çekim süreçlerinden bahseder misin?
“Kısmet”, tıpkı “Olağan Denemeler” gibi, kendime sorduğum soruları perdeye yansıttığım bir film. Ölünce yakılmayı vasiyet eden bir adamın, karısı ve oğlunu imkânsız bir görevle baş başa bırakmasını konu alıyor “Kısmet”…
Toplum, hayatımıza ve hatta ölümümüze dair her konuda söz sahibiyken, bize ne kalıyor? Bu his de çok evrensel olacak ki, filmimiz, gittiği her yerde büyük ilgi gördü.
Kafamdaki hikâyeyi, kısıtlı bütçemize uygun şekilde, en hızlı şekilde anlatmam gerekliydi, sadece 1 çekim gününü karşılayacak bütçe bulabildik. Senaryoyu bu şartlar altında yeniden düzenledim ve ortaya 3 dakika 20 saniyelik bir film çıktı.
Kısmet, 41 ülkede gösterildi. İngiltere’den Kanada’ya pek çok ülkede defalarca kez seyirci ödülüne aday gösterildi, Brezilya’dan seyirci ödülü kazandı, binlerce başvuru arasından BAFTA ve GOYA’ya akredite festivallere seçildi, gösterildiği ülkelerdeki yerel gazetelerde övgü dolu haberlere konu oldu.
İlk kısa filmini çekmek isteyen kişilere ne gibi önerilerin olur?
İlk kısa filmini çekmek isteyenlere verebileceğim en temel tavsiye çok iyi hazırlık yapmaları… Fazla hazırlanmak diye bir şey asla yoktur… Bunun yanında bol bol film seyretmelerini, seyrettikleri üzerinden notlar çıkarmalarını, beğendikleri yönetmenlerle yapılan röportajları, onlar hakkındaki kitapları okumalarını tavsiye ederim.
Yüksek lisans bitirme projesi olarak çektiğin son filmin “Teslimat” kanayan bir yaraya parmak basıyor: göçmenlik sorunu. Bu soruna sadece kaçak göçmenlerin gözünden değil onları kaçırmaya çalışan bir kamyon şoförünün de gözünden bakıyoruz. Neden bu sorundan bahsetmek istedin, seyirciye neyi anlatmak istedin?
Ve gün geçmiyor ki bu kaçış rotasını kullanmak isteyen insanların yürek burkan hikâyeleriyle karşılaşmayalım. Gazetecilik yaparken bu can yakıcı gerçeklerle daha sık karşı karşıya kalıyorsunuz…
Öte yandan ülkesini terk eden ve adeta canları avuçlarında yollara düşen bu insanlarla ilgili, ne yazık ki pek çok ön yargı var. Ülkelerinde kalsalardı, savaşsalardı deniyor örneğin… Ancak, konuya daha yakından baktığınızda, bu insanlarla sohbet etme şansı bulduğunuzda anlıyorsunuz ki çoğu aslında son ana kadar ülkelerinde kalmayı denemiş, çoğunlukla çocuklarının hayatını riske atmamak adına kaçmak zorunda kalmış… Teslimat’ın senaryosunu yazarken bu durumdaki pek çok kişiyle sohbet ettim.
Teslimat gerçek hikâyelerden yola çıkarak yazılmış bir senaryo olsa da ben bu hikâyeyi göçmenlerin gözünden anlatmayı doğru bulmadım, kendimde bu hakkı görmedim. Umarım bir gün Suriyeli filmciler kendi hikâyelerini anlatan filmler yapma fırsatı bulurlar…
Kendime “bu yürek parçalayan hikâyede, dünyanın geri kalanı olarak biz neredeyiz?” diye sordum… Cevap, insanları, güya umuda daha iyi bir geleceğe taşıyanlar ve çoğu zaman da Akdeniz’de boğulmalarına sebep olanlarız biz… Bu yüzden Teslimat, kızının tedavisi için gerekli parayı kazanmak için göçmenlerin hayatıyla kumar oynamak zorunda olduğuna inanan bir şoförün hikayesini anlatıyor.
Kahramanımız yaptığı şeyin yanlış olduğunu biliyor, ancak başka şansı olmadığına kendisini inandırıyor. Film bu yönüyle daha evrensel ölçekte “seçim” temasını işliyor. Sonuçta dünyadaki büyük trajediler genelde, birkaç “kötü” insanın yaptığı “büyük bir kötü eylem” nedeniyle değil, çok sayıda “sıradan” ve iyi bir insan olduğuna yürekten inanan insanın yapmak zorunda olduğuna kendisini ikna ettiği “kötü” seçimler nedeniyle gerçekleşmiyor mu?
Teslimat’ın festival süreçlerinden bahsedebilir misin?
Teslimat, dünya prömiyerini, 20 Kasım 2020’de dünyanın en önemli sanat etkinliklerinden biri olarak kabul edilen 38. Torino Film Festivali’nde yaptı; aynı hafta içinde İspanya’da kısaca GOYA olarak bilinen İspanyol Akademi Ödülleri için ön eleme de yapan, Cine de Zaragoza Film Festivali’nin “Farklı Bakışlar” seçkisinde gösterildi. Aralık ayı başında Avrupa’nın en eski film festivallerinden biri olan 74’üncü Salerno Uluslararası Film Festivali’nde “İzleyici Ödülü” kazandı. Filmimiz Kasım ayından bu yana İspanya, İtalya, Fransa, Şili ve ABD’de 12 uluslararası festivalin resmi seçkisine girdi.
Mart ayında Şili’de düzenlenen ve Oscar için seçmeler de yapan “Lebu Uluslararası Film Festivali”ne seçilmek de bizi çok sevindirdi. Kısaca Cine de Lebu olarak bilinen bu festivale 65 ülkeden 5 bin 500 başvuru arasından seçilen 33 filmden biri de Teslimat oldu. Filmimiz yakın zamanda ABD’nin önemli festivallerinden, Oscar’a akredite 45’inci Cleveland Uluslararası Film Festivali’nin resmi seçkisine girdi… Kısacası filmin uluslararası festival yolculuğu memnuniyet verici diyebilirim.
HER KOŞULDA SANATINI İCRA EDEN BİR SANATÇI
Kıbrıs’ta yaşıyor olman sinema kariyerinin şekillenmesinde nasıl bir rol oynadı?
Kesinlikle zorlayıcı… Kıbrıs’ın Kuzeyinde sinema sektörü henüz emekleme aşamasında bile değil. Bu durum size işin öncülerinden olma şansı verse de ekip ve ekipman bulmayı neredeyse imkânsız hale getiriyor. Film çekerken kostüm, makyaj, ışık gibi meselelerden anlamanız, bunları kendi başınıza çözebilmeniz gerekiyor, çünkü sektör olmadığı için bu işleri sizin için profesyonel şekilde yapacak birilerini bulmanız çok zor. Kıbrıs’ta sinema için oluşturulmuş fonlar da yok. Bu yüzden film çekmek için fon yaratmak size kalıyor. Tüm bu saydığım etkenler işleri oldukça yavaşlatıyor.
Öte yandan Kıbrıs Türk halkı, kocaman bir aile gibi, her adımımızda, her başarımızda bizlere ciddi şekilde sahip çıkıyor. Her ödül, her başarı ulusal basında ciddi şekilde yankı buluyor, hiç tanımadığımız yüzlerce, binlerce insandan tebrik mesajları alıyoruz.
Sinema sektöründeki değişiklikler hakkında neler düşünüyorsun? Pek çok sosyal medya platformu ortaya çıktı. Çoğu film artık oralarda da vizyona giriyor ve daha çok kişiye ulaşıyor. Filmlerini beyaz perde de görmek mi senin için daha heyecan verici olurdu yoksa sosyal medya platformlarını mı tercih ederdin?
Sinema sanatı için sinema salonunda seyir deneyiminin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan değişen şartlara uyum sağlamak da hayati… Pandemi öncesi dönemde, festivallere fiziken katılabildiğimiz günlerde, sinema salonunda seyirciyle birlikte filmimi izlemenin hissettirdiklerini anlatmam mümkün bile değil. Öte yandan streaming platformları, çok geniş bir alanda, çok sayıda insana ulaşma şansı veriyor ve bu da çok değerli… Kendi filmlerim adına konuşacak olursak, her ikisini de içeren bir dağıtım planı bence ideal olurdu.
Son olarak, ilk uzun metraj filmin için planların var mı?
Kısa filmi, uzun metraj için bir basamak olarak görenlerden değilim. O yüzden mutlaka uzun metraj çekmem lazım diye düşünmüyorum. Ama tabii, kısa filmlerin seyirci kitlesi festivallerle kısıtlı olduğundan, daha büyük bir kitleye ulaşmak için de olmazsa olmaz bir adım gibi görünüyor.