30.04.2016
Modern Klasikler: Rushmore
Sinema dünyasında Wes Anderson denildiğinde hemen akla gelen anahtar kelimeler var; simetri, kuş bakışı, pastel renkler, slow motion bunların başlıcaları. Tabii bir yönetmenin kendi sinemasını oluşturması ve herkese ezberletmesi kolay olmuyor. Bu kimliği her yeni filmiyle pekiştiren Anderson’un filmografisinin ilk dönem ustalıklarından Rushmore, Amerikan gençlik filmlerindeki alışılagelmiş formülün dışına çıkarak yeni bir türün ve yönetmenin habercisi oldu.
On beş yaşındaki Max Fischer’in Rushmore adında özel bir kolejde yaşadıkları filmin konusu. Max, derslerinde oldukça başarısız fakat ders dışı sosyal faaliyetlerde ve girişimcilik konusunda bir o kadar başarılıdır. Okulun yeni bağışçısı Herman Blume’la olan arkadaşlığı da git gide ilerlemektedir. Annesini 7 yaşında kaybeden ve berber babasıyla yaşamaya devam eden Max, derslerdeki akademik başarısızlığı onu okuldan atılmanın eşiğine getirir. Bir gün kütüphanede okuduğu kitaptaki bir alıntı ise hayatını değiştirir. Alıntının peşine düşen Max, birinci sınıf öğretmeni Miss Cross’la tanışır ve ona ilgi beslemeye başlar. Aynı zamanda Blume’un da Miss Cross’a gönlünü kaptırması olayı farklı ama oldukça naif bir aşk üçgenine çevirir.
Konu oldukça sıradan gözükse de karakterler derinleştikçe ortaya bambaşka bir öykü çıkıyor. Çevresindekilerin “ucube, kaçık” olarak gördüğü Max, aslında erken yaşta annesini kaybetmesi ve kısıtlı imkânlar sonucunda çözümü aktiviteden aktiviteye koşarak unutmakta bulan bir ergendir. Ancak kendini hiç öyle görmez, Wes Anderson filmlerinde sıkça gördüğümüz “yaşından olgun karakter” burada da karşımıza çıkar. O derece depresif ve insanlardan uzak olmasa da Holden Caulfield havası vardır Max’te. Yazdığı tiyatro oyunları, atılgan kişiliği ve insanlarla diyaloga giriş biçimiyle adeta olgun bir yetişkin gibidir. Bunun etkileri, başlarda klasik bir öğretmen aşkı gibi gözüken Max’in Miss Cross’a olan ilgisinde de gözükmektedir. Max için bu yaşının getirdiği doğal ilgi değil, bir ilk aşktır. Takıntı derecesinde bir ilgiye dönüşen bu durum, onun büyük ve anlamsız fedakârlıklar yapmasına, aşırı tepkiler vermesine neden olur. Karısından ayrılmış, sevgi açlığı çeken Blume ve kocasını kaybetmiş Cross arasındaki doğal yakınlaşma Max için asıl anormal olandır.
Sistemin farklı düşünen ve kreatif olan yerine dayatılan konularda başarılı olanı tercih etmesi, Max’in Miss Cross’u ilk olarak çocuklarla adeta bir anne gibi ilgilenirken görüp derinlerdeki anne noksanlığının harekete geçmesi ve Blume – Max ilişkisinin aradaki onca yaş farkına rağmen işin içine aşk karışınca çocukça bir rekabete dönüşmesi Rushmore’a dair güzel alt metinler. Jason Schwartzman’ın binlerce insan arasından seçildiğini, Bill Murray’nin ise neredeyse bedavaya oynayacak kadar filme inandığını gösteren performanslarıysa filmin bu denli etkili olmasında etken. The Creation ile başlayıp The Kinks, Cat Stevens, John Lennon’la devam eden müzikleri de öyle. Her biri absürt karakterlerin ve bağımsız durumların birleşip mükemmel uyumu sağladığı bir başka Wes Anderson eseri Rushmore, belki de en değerlisi.
I SAVED LATIN, WHAT DID YOU EVER DO?