13.05.2016
They Shoot Horses Don’t They: Değişen Ne Var?
2008 yılında kaybettiğimiz politik gerilimin usta ismi Sydney Pollack’ın yönettiği 1969 yılından gelen bir roman uyarlaması Atları da Vururlar (They Shoot Horses Don’t They)
Acımasız bir dünyayı anlatır Horace McCoy aynı adlı romanında. İş yapmayanlara, para kazandırmayacaklara yer yoktur bu acımasız dünya içinde ve insanlar kıyasıya bir mücadele içindedir. Kendileri isteyerek katılırlar belki bu düzene ancak istedikleri zaman çıkamazlar. Üstlendikleri görevi yerine getirmek, malzemesi oldukları kurumlara para kazandırmak zorundadırlar. Atları da Vururlar, metaforik bir isim. Hani ayağı kırılan atı vururlar, içi acısa da insanın bu kuraldır; o zaten ölecektir ve artık acı çekmesine gerek yoktur hükmünü veren insan tarafından bir kurşunla hayatına son verilir. Çünkü artık o işe yaramazdır. Çok manidar bir isim aslında Atları da Vururlar. Çünkü seçilen dünya şov dünyasıdır ve orada da iş yapamayacak olana yer yoktur. Hatta insanlar sırf reyting uğruna kılıktan kılığa sokulur. Birkaç kuruş için, bir öğün yemek için katıldıkları dans yarışmasında başlarına gelecek her şeye katlanmak zorundadırlar, çünkü şov bunu gerektirir. Seyirciler neyi görmek isterse o kılığa gireceklerdir.
Gloria (Jane Fonda) ve Robert (Michael Sarrazin) de bu şova katılanlardan yarışmacılardandır. İki saatlik film süresi boyunca tükenen, sersefil olan, acımasızca tüm kurallara uyan ve sonunda isyan bayrağını çekip kendince bir hayata karşı duruş sergileyen iki muzdarip vücut. Robert bir anlık görebileceği gök yüzü umuduyla katlanırken geçen saatlere, Gloria gittikçe daha da içinden çıkılmaz hale gelen umutsuzluğuyla, içinden çıkamadıkları bu anlamsız dünyaya bir an daha katlanamayacak hale gelir. Filmin sonunda onu bekleyen tek gerçeklik ölüm olacaktır. Kendi seçtiği bir ölüm.
Atları da Vururlar, 1969 yılında çekilmiş olmasına rağmen hiçbir şeyin değişmediğini hâlâ yüzümüze çarpan harika bir film. Değişmeyi bırakın her şeyin daha da kötüleştiğini de gösteriyor. Televizyonlarda şikayet ettiğimiz ama dayatılır gibi hâlâ devam eden insan kıyımına, umut tacirciliğine bir ağıt niteliğinde. Sisteme vurulan bir şamar gibi… Böyle filmleri izledikçe sinemaya olan saygısı bir kez daha artıyor insanın. Daha doğrusu bir kaygısı olan, onu dillendiren her sanat dalına duyulabilecek türden bir saygı bu.