24.08.2022
Still The Water: Ölümle Sarmalanmış Ada Manzaraları
Ali ÇALIŞKAN
Naomi Kawase’nin, bu yıl Cannes’da Altın Palmiye için yarışan son filmi “Still the Water”, bitiminden sonra da izleyicinin zihninde dolanıveren o ‘özel deneyimlerden’ biri. Herkese göre olmadığı muhakkak fakat filmin derinliklerinde gizlenen o ‘ruh’u yakalayabilenler, yönetmenin kendine has incelikleri olan sinemasından belli bir lezzet alacaktır kuşkusuz.
Kawase’nin son eseri, bir adanın içinde yaşayan, yetişkinliğin kıyısındaki iki çocuğun, kendi içlerinde farklı çatışmalar barındıran yaşamlarına davet ediyor seyirciyi. Film boyunca adadaki bir grup insana ‘rastlarken’, genelde iki çocuğun kendi anneleri ile olan bağları kurcalanıyor. Birinin annesi ile sorunlu ilişkisi, diğerinin, ‘ölüm’ döşeğindeki annesiyle olan ‘bağ’ıyla karşı karşıya geliyor, zıtlıklarla dolu bir ilişkiler yumağı yaratıyor yönetmen.
Kyoko’nun bir şaman olan ve ölümü bekleyen hasta annesi bir karakter olarak filmin ‘kalbine’ yerleşiyor aslında. Çünkü Kawase’nin filmi bu karakter aracılığıyla, insanoğlunun yaşamının son evresi olan ‘ölüm’ü, daha doğrusu ölüm meselesini odağa alıp, bu durumu karakterlerin ruh hallerine ve iki saatlik sürenin geneline yansıtmaya çalışıyor.
Filmde ölümün ağırlığı ve arkada kalanların kederi ile tam tersi bir noktaya varan ruhu ‘huzur’la buluşturma durumu, farklı duygu yansımaları halinde birbirinin etrafını çevreliyor. Yine bir ölüm sahnesiyle açılan Still the Water, iki çocuğun yetişkinliğe adım atışlarını ve aileleri ile olan ilişkilerini irdelese de bir ‘ölümle yüzleşme’ filmi. Nitekim filmin her karesine belli bir matem havası hakim oluyor bir süre sonra. Anne karakterinin şaman oluşu ise filmde önemli bir yer tutuyor. Büyük bir ağacın, ‘kaynağın’ karşısındaki ferah bir evde son anlarını yaşayan karakter sayesinde, ritüel sahneleri gibi filme mistik bir ton katan anlar çıkageliyor…
“Still the Water”da en fazla övmemiz gereken unsur ise yönetmenin şiirle flört eden, yalın, sakin ve ‘hisleri’ öne çıkaran anlatımı. Ağır tempo, iki saatlik süre içinde filmin kendi evreninde adım adım kaybolmamıza vesile oluyor. Tabi bu kaybolma durumu izleyicinin Kawase’nin yavaş akan sinemasına hangi mesafede duracağı ile ilgili bir bakıma. Yazının girişinde de dediğimiz gibi, herkese göre olmayan ancak izleyiciyi kendi sakin ritmi ile bir yolculuğa çıkaran filmlerin dünyasıyla ‘temasa’ geçmeyi sevenlere göre bir eser karşımızdaki.
“Still the Water”da her karenin özenli bir teknik işçiliğin ürünü olduğunu da belirtmemiz gerek. Özellikle finaldeki su altı sahneleri, adanın belli bölümlerinin kusursuz bir fotoğraf karesi formatında yansıtılışı, iki çocuğun motorla adayı turladığı anlar, Kaito’nun babasıyla şehirde buluştuğu bölüm… Kawase, tüm bu ‘manzaralar’ sarmalıyla birlikte, mükemmele yakın bir görsel dil yakalıyor. Adanın günlük hayatından zaman zaman şehir yaşamına geçsek de, çoğunlukla yeşilin, denizin, dalgaların hakim olduğu o ‘nefes alan’ bölgenin havasını soluyoruz finale dek.
Kısacası “Still the Water”, mekanın oldukça önemli bir yer kapladığı bir anlatıda, karakterlerini, adım adım yaklaşan yeni bir hayat öncesinin ‘bekleyişiyle’ baş başa bırakan bir film. Kawase sineması için farklı bir noktada duruyor ve izleyene özel sinemasal anlar vaat ediyor.