07.05.2016

The Affair: İki Cepheli İlişki

Kurgunun görüntüyü aktarmada ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Öyle ki aynı hikâyeyi bir başka yerden veya başka görüntü zinciriyle izlediğimizde aynı görüntüleri farklı yorumlayabilir izleyici. Bu da gördüklerimize bile fazla güvenmemiz gerektiğini gözler önüne serer aslında. Çünkü kurmaca metinler, kuran kişi(ler)nin istediği gibi konumlanmamızı ister. Çoklu bakış açısı ise “hikâyeyi bir de böyle dinleyin” seçeneği sunar izleyiciye. Okurken de böyledir aslında kullanılan bakış açıcı ve anlatıcının kimliğine göre konumlanır okuyucu. Bunun perdedeki/ekrandaki hali de okuyucu konumuyla parallellik gösterir.

The Affair, ilgi çekici bir dizi. Showtime’ın belki de etkili ve takip edilesi dizilerinden biri olmaya da aday. Dizi girişte bahsettiğim çoklu bakış açısını kullanmasıyla yeni diziler arasında belki de en ayırt edici özelliği üstlenmiş bulunuyor. The Affair en basit haliyle bir ilişkinin iki cephesinden de bakmaya çalışıyor. Ancak sadece bu kadar mı?

ilk bölümde Noah Solloway (Dominic West) ve ailesiyle tanışıyoruz. Karısı ve dört çocuğuyla epey telaşlı bir yolculuğa başlamak üzeredir Noah. Yaz tatili için sayfiyede bulunan kayın pederi ve kayın validesinin yanına gitmektedir Solloway ailesi. Noah’ın karısı görünüşe bakılırsa Noah’la ailesinin itirazlarına rağmen evlenmeyi seçmiş bir kadındır. (Helen Solloway rolünde Maura Tierney) Noah, kayın pederi Bruce gibi bir yazardır ancak Bruce’un romanları sinemaya da uyarlandığından popülerlik açısından Noah’tan epey öndedir. Kayın validesi Margaret de yaşadığı steril hayatın içinden bakmaktadır çevresine. Hayatları dışarıdan muhteşem gözükmektedir elbet. Havuzlu köşkvari bir evleri, çevrelerinde epey saygın bir konumları vardır bu iki yaşlı insanın. Tabiî hiçbir şey göründüğü gibi değildir mottosu onlar için de geçerli olacaktır.

Noah ve ailesi yolculuklarının ilk durağında uğradıkları bir lokantada Allison (Ruth Wilson) ile tanışırlar. İşte o andan itibaren Noah’ın bakış açısını epey hissetmeye başlarız. Kadını Noah’ın gözleriyle görürüz ilkin. Epey çekici hatta cüretkâr ve davetkâr bir garson kadın imajı yaratılır izleyenin gözünde. Dizinin en azından şimdiye kadar yaptığı gibi bölümlerin ilk yarısı Noah’a ait olduğundan biz hep onun bakış açısıyla izleriz olanı biteni. İkinci yarı Allison’a geçtiğinde ise kadının bakış açısıyla bakmaya başlıyoruz her şeye. Dolayısıyla onun hayatına dair ince ayrıntıları da ilk elden görmek onu daha iyi tanımamıza vesile oluyor.

Aslında böyle özetlenebilir dizinin anlattıkları ve tutturmaya çalıştığı anlatım dili. Ancak dizideki olaylar sadece bir ilişkiyle sınırlı değil. Bölümlerin arasında ortaya atılan sorgu sahneleriyle sadece aşk veya aldatma üzerinden kurgulanan bir hikâyeyle değil aynı zamanda çözülmeye çalışılan bir cinayetle de baş başa kalıyoruz. Bu, belki diziye daha fazla gizem yüklemek için seçilmiş bir yoldur bilemiyorum. Henüz üç bölüm izlediğimizden cinayetin (belki de sadece ölüm demeliyim) hikâyenin neresinde durduğunu bilemiyoruz. Ancak her bölüm bir erkek bir kadın bakışıyla anlatılmaya devam ederse izleyici epey sıkılabilir düşüncesindeyim. 

The Affair dizisinin aslında en ilgi çekici yönü iki kısım/bakış halinde ilerleyen bölümlerde devamlılık adına giyilen kıyafetler, kullanılan sözcüklerde özellikle farklılıklar olması. Bu, anlatan kişinin anlattığı hikâyeyi istediği açıdan görebilmesinin bir dışavurumu bence. Çünkü Noah anlatırken Allison daha çekici, daha vurdumduymaz, cazibeli bir kadın haline dönüşebiliyor ve bu kıyafetinden saçına, kullandığı kelimelere kadar her şeyine yansıyor. Allison’ın bakış açısına geçildiğinde ise kadının yaşadığı trajik olayların üzerindeki etkisi daha hissedilir hale geliyor. Bu da aslında aynı zaman dilimi ve mekanın içinde bulunan ve hatta aynı şeyleri yaşayan iki insanın olayları algılamadaki farkını gözler önüne seriyor. Veyahut anlattıklarıyla karşısındakini (polis memuru veya biz izleyici) nasıl manipüle edebildiğini…