24.08.2022
Vahşi Batı’ya Veda: The Searchers
Edwards ve Martin’in Yolculuğu
Ozan Yoleri
The Man Who Shot Liberty Valance (Ford, 1962) filmine dair düşünceleri sorulduğunda John Wayne şöyle karşılık verir: “Benim için zor bir çekimdi. Sette herkesin, üzerine çalışılmış, derinlikli karakterleri varken benim işim hikayenin ilerlemesini sağlamaktan ibaretti. Tek yaptığım o puştun [Tom Doniphon] kılığında sağda solda dolanıp kendime bir rol çıkarmaya çalışmaktı.” (1)
John Wayne, Western janrında kendi mitini oluşturabilmiş (bir aktör için bu başarının pozitif ya da negatif anlamda değerlendirilmesi yoruma açıktır) az sayıdaki oyuncudan biridir. İzleyici perdede John Wayne’i gördüğünde onun karakterinden ne bekleyeceğini bilir, gelişen olaylar karşısında ne tepki vereceğini büyük oranda kestirebilir. Buradan hareketle denilebilir ki John Wayne’in perdedeki görüntüsünü canlandırdığı karakterden ayırmak mümkün değildir, ikisi iç içe geçmiştir. “Bir John Wayne filmi” dendiğinde aklımıza “John Wayne’in oynadığı bir film”den önce filmin janrı ve John Wayne’in canlandırdığı muhtemel karakter geliyorsa bu mutlak sayılabilecek özdeşleşme gerçekleşmiştir. Liberty Valance’taki Wayne krizi – yazının sonunda bu krize geri dönülecektir – bu noktada doğar, fakat Liberty Valance bir sonuçtur. Krizin sebepleriyse Ford’un bir önceki filmi The Searchers’ta yatar.
Film, Ethan Edwards’ın iç savaşın bitmesinin üzerinden üç yıl geçtikten sonra evine dönmesiyle başlar. Savaşta kaybeden tarafta olması bir yana, bu üç yıl boyunca ne işle uğraştığı da meçhuldür; izleyici, ailesiyle konuşmalarında bunun temiz bir iş olmadığını sezer. Buna karşın eve dönmüş olmasının ev halkına yansıyan, bir cambaz ipinin üzerinde ilerleyen gergin mutluluğu filmin açılışında kendini hissettirir.(2) Bu kavuşma anı Kızılderililerin saldırısıyla beklenenden çabuk son bulur: Tüm ev halkı öldürülmüş, ev yakılmış, Ethan’ın iki kız yeğeni (Lucy ve Debbie) kaçırılmıştır. Evin yok edilişi metaforik düzeyde Ethan’ın geçmişiyle bağlarının yok edilmesidir; onun artık aidiyet duyabileceği, bir gün geri dönebileceği bir yer kalmamıştır. Bunun neticesinde Ethan Edwards ve kendi kanından kabul etmediği, Kızılderili kanı taşıyan evlatlık yeğeni Martin, ailelerinin sağ kalan son iki üyesini bulmak için uzun bir yolculuğa çıkarlar.
Sonu Gelmez Bir Savaş
Ford’un filmlerinin kendine has yanlarından birisi sözünü sakınmıyor oluşudur ve The Searchers buna bir istisna oluşturmaz. Clint Eastwood bunu Ford’un politik doğrucu olmayan bir dönemde yaşamış olmasıyla açıklar.(3) Bu yüzden Ethan’ın yolculuk boyunca doğasının gerektirdiği şekilde davranması doğaldır. Ethan’ın, gözlerini çıkarmak için ölü bir Kızılderili’ye ateş etmesi bugünün izleyicisi için şok edici olsa da filmin dünyası içerisinde tutarlıdır: Kızılderili inancına göre gözleri olmayan bir Kızılderili diğer dünyaya geçemez, sonsuza kadar boşlukta dolanıp durur. Benzer şekilde, Ethan bir kış günü karşılaştıkları bufalo sürüsüne rastgele ateş açtığında Martin’in şaşkınlığı dikkate değerdir. Üç beş bufaloyu öldürmek görünürde kayda değer bir zayiat yaratmayacaktır, fakat bir bufalo Kızılderililer için etten fazlasıdır: “Yaylarının tellerini, atlarının halatlarını, eyerlerinin kaplamalarını, su taşımak için mataralarını… tüccarlardan ihtiyaçlarını alabilmek için takastaki pazarlık unsurlarını sağlayan şey bufaloydu.”(4) Başka bir deyişle Ethan bufalo sürüsüne değil, dolaylı olarak Kızılderililerin yaşamına saldırmaktadır. Aynı zamanda bu tavır, Ethan’ın sürdüregeldiği yaşam biçimini de temsil ettiği için önemlidir. Sonu gelmez bir savaş, birbirini tetikleyen intikam ve öldürme güdüsü ve silahların üstünlüğü yolculuk boyunca Ethan’ın ve çevresindekilerin peşinden gelir. Bununla birlikte John Ford bu sürekli çatışma halinin, Western’lerde alışık olmadığımız şekilde, çevreyle tam olarak adını koyamadığımız bir uyumsuzluğu olduğunu izleyiciye sezdirir.
Yıllar süren, pek çok gelişmeye sahne olan bu yolcuğun sonunda Ethan ve Martin Debbie’yi Kızılderililer’den biri haline gelmiş olarak bulurlar. Debbie geçmişine dair izlerden büyük oranda arınmıştır.(5) Filmin en dramatik sahnelerinden birinde, bütün bu yolculuğu onu öldürmek adına sürdürmüş olan Ethan Debbie’yi öldürmekten vazgeçer ve nihayetinde onu Jorgensenler’in evine götürür. Debbie sağ salim teslim edilir. Eve ait olanlar Ethan orada değilmişçesine eve girerler ve kadrajdan çıkarlar. Geride Searchers adıyla özdeşleşmiş “kapı aralığındaki yalnız kovboy” imgesi kalır.
Kapı Aralığında Yalnız Kovboy
John Wayne’nin bu kapı aralığında kalmış hali Amerikan tarihinin bir sonraki adımında artık ona yer olmayacağını öncelemesi açısından oldukça değerlidir. Yazının başında sözü edilen “yok edilen ev” metaforunu bir katman dışarı taşıdığımızda Ethan’ın temsil ettiği Amerika’nın artık dönüşmekte olduğunu görürüz. İç savaşta Ethan’ın taraf olduğu Amerika Konfedere Devletleri yenilmiş, Amerika Birleşik Devletleri hakim güç haline gelmiştir. Henüz ilk tohumlarını atmış, fakat gelişmekte olan medeniyet ve yerleşik şehir yaşamı, ağır ağır Vahşi Batı’nın yerini almaya başlamıştır. Bağlamından koparılan yalnızca Ethan değil, aynı zamanda Ethan’ın temsil ettiği toplum görüşüdür.(6)
John Wayne’nin krizi tam da o kapı aralığında kaldığı noktada iyice gün yüzüne çıkar. Debbie’nin kaçırılışıyla başlayan arayış süreci Ethan Edwards’ın toplumdan tasfiyesini ertelemekten başka bir işe yaramamış, Ethan kaçınılmaz sonla yüzleşmiştir. Ethan’ın ayak uyduramadığı medeniyetle yaşadığı çatışmalar film boyunca küçük anlar olarak karşımıza çıksa da arayışın öncelikli konumu bu sorunların göz ardı edilmesine sebep olur. Filmi bu durumun farkında olarak ikinci kez baştan izleyen bir seyirci için Searchers yeni okumalara gebedir (ilk izlemedeki adı konamayan çevreyle uyumsuzluk, filmin vardığı nokta bilindiğinde görünür hale gelir). Ancak bundan daha ilgi çekici olan şey John Wayne’in içinde bulunduğu açmazdır. O, kendi yarattığı mitin sonunu getirecek bir filmde oynamayı kabul etmiştir. Bundan bir sonraki filmin dünyasında Ethan Edwards gibi bir karaktere yer yoktur, medeniyet silahların bir adım ötesine geçmiştir. Diğer yandan, üzerinden geçen 60 yılda Searchers’ın en iyi Western’ler arasında parmakla gösterilecek konumda olmasının en büyük sebebi John Ford ile beraber yine Wayne’in kendisidir. 6 yıl sonra çekilecek olan Liberty Valance’ta John Wayne, yazının başında alıntılanan –kendi yarattığı- durumun pençesine düşmüştür.(7) Vahşi Batı’nın Amerika’nın yeni düzeninde, Ethan’ın (bu filmde karakterin ismi Tom’dur) Liberty’de, Wayne’in de kamera önünde doğru dürüst bir rolü yoktur.
- “Trivia.” IMDb, IMDb.com, www.imdb.com/title/tt0056217/trivia?ref_=tt_trv_trv.
- Bu yazının bağlamından ayrı olsa da John Ford filmlerinde aile kavramının büyük yer tuttuğunu söylemek gerekir. Topluca yenen aile yemekleri, baba ve annenin geleneksel ailedeki rolü ve nesil çatışmaları Ford’un sıklıkla ziyaret ettiği temalardandır. How Green Was My Valley (Ford, 1941) filmi ağırlıklı olarak bu konuları ele alır. Benzer şekilde The Grapes of Wrath (Ford, 1940) toplumsal dönüşümü bir ailenin üzerinden anlatır.
- Yönetmen: Bogdanovich, Peter. “Directed by John Ford”. Films Inc., 1973.
- Francis Parkman’a ait olan bu açıklamayı Brian Eggert kendi incelemesinde kullanıyor. Eggert, Brian. “The Searchers.” Deep Focus Review, 22 Sept. 2008, deepfocusreview.com/definitives/the-searchers/.
- Burada filmin ilginç motiflerinden biri yatar. Yazının bağlamından kopmamak adına burada kısaca değinmek istiyorum. Ethan ve Kızılderili lideri Scar birbirlerinin ayna görüntüleridir. Ethan’ın yanında Kızılderili geçmişinden sıyrılan Martin varken Scar’ın yanında ‘beyaz’ geçmişini unutan Debbie vardır. Ethan Scar’ın dilini çok iyi konuşurken Scar da Ethan’ın dilini aynı derecede iyi konuşur. Ethan kaçırılan iki kız yeğenini ararken Scar da öldürülen iki oğlunun peşine düşmüştür. Bu iki karakter Vahşi Batı’nın iki yüzünü –aynı zamanda Western janrının iki yüzünü- temsil ederler ve Searchers bu dönemin sonuna noktayı koyar. Bu iki silahlı kuvvet Liberty Valance’tan itibaren yerini gelişmekte olan medeniyete ve onunla birlikte ilerleyen demokrasi ve hukukun üstünlüğüne bırakacaktır.
- Amerikalı yazar Horace Greeley’nin ilk kez 1851’de kullandığı “Go West young man, and grow up with the country,” sözü Amerika’nın batıya doğru genişlediği dönemin bakış açısını açıklamak için sıklıkla tekrarlanır. Filmin geçtiği 1870li yıllar ise Amerika’nın Restorasyon Dönemi olarak adlandırılan, iç savaşın ardından yaraların sarıldığı ve Avrupa’dan gelen göçmen akışının da desteğiyle yeniden yapılanmanın sürdüğü dönemdir.
- Wayne’in Ethan Edwards rolünü kabul ettiğinde bu kaçınılmaz sonu ne kadar öngörebildiği merak konusudur.