06.12.2017

Yönetmen Koltuğu: Aki Kaurismäki

2)Le Havre (Umut Limanı) – 2011

Mülteci üçlemesinin ilk filmi olan Le Havre, Finlandiya’dan uzakta Fransa’nın İkinci Dünya Savaşı’nda derin yaralar almış, neredeyse baştan inşa edilmiş bir liman kasabasında geçer. Kaurismäki’nin burayı tercih etmesinin en büyük sebeplerinden biri ise mülteci geçişine müsait olan yerlerden biri olması olur.

Uzun bir süre hayatını Paris’te bohem bir hayat yaşayarak geçiren Marcel Marx’ı tanımamız ile başlayan film, onun karısı, yolu bir şekilde kesişen Afrikalı mülteci çocuk ve Marx’ın yaşadığı varoş mahallenin sakinleriyle devam eder. Mutlu bir aile hayatının hastalık ile yara alması, mülteci çocuğun varlığıyla devam ederken yine Avrupa’nın görünenin arkasındaki asıl yüzüyle buluşulur. Bir mülteci çocuğun arkasında tüm teşkilatını teyakkuza geçiren zavallı devletin karşısında dayanışma ruhunu hâlâ taşıyan mahalle sakinleri dikilir. Toivon tuolla puolen’deki gibi devletin içerisinde bile bozulmamış, hislerini koruyan tek tük insanların olduğu Le Havre aynı zamanda da yine umut var diye haykıranlardan.

Le Havre, kaçıp kovalama serüveninden dolayı kara film, Marcel ile karısı Arletty arasındaki ilişki üzerinden de melodram olabilen bir yapıya sahip. Gerçek hayatta olmayacak mucizelerin gerçekleştiği (İdrissa’nın polislerin elinden göz göre göre kaçışı, Arletty’nin ölümün pençesinden kurtulup iyileşmesi…) Le Havre,  tüm Kaurismäki filmlerinde olduğu gibi umut dolu bir final ile veda ediyor seyircilerine. Seyircisini acıyla hemhal etmemek amacıyla elinden geleni yapan Kaurismäki, bir yandan da görüp duyduğu hiçbir gerçekten de kaçınmayarak sorumluluğunu yerine getiriyor her daim olduğu gibi.

Tüm bunlara ek olarak dekor olduğunu sırıtan mekânları, doygun renkleri, eşsiz müzikleri ile Kaurismäki sinemasının belli başlı tüm alışkanlıklarıyla karşımızda Le Havre.