02.10.2017

16. Filmekimi Günlükleri – 3

A Fantastic Woman

Yine Filmekimi’nde gösterilen önceki filmi Gloria ile birçoğumuzu sinemasına hayran bırakan Sebastián Lelio, bir kez daha Gloria’dan kalır yanı olmayan Muhteşem Kadın ile karşımızda arzı endam ediyor. Gloria’da yarattığı yalnız karakter hâlâ hafızalarımızdan silinmemişken onun kadar yalnız bir karakterin derdine ortak oluyoruz yine. Üstelik bu kez karakterimiz bir trans. Ve üstelik yaşadığı ülkede translara bakış açısı hayli sorunlu. Lelio, Şili’de sevgilisini aniden kaybeden trans bir kadın Marina’nın tarifi mümkünsüz yalnızlığının peşinden bizleri sürükleyerek yüreğimizin ağırlığını iki katına, yobazlığa karşı öfkemizi ise arşa çıkarmakta oldukça başarılı.

Tuba BÜDÜŞ

 

England is Mine

Ünlü müzisyen Morrisey’in hayatının belli bir kısmını konu alan England is Mine filmi Mark Gill’in yönetmenliği öncülüğünde Filmekimi’nde izleyici karşısına çıktı. İtiraf etmeliyim ki Morrisey ve The Smiths hayranı olarak bu filmi izlemek için sabırsızlanıyordum. Bu filmde Morrisey’in nasıl bir atmosferde sanatçı kişiliğine yön verdiğine tanık oluyoruz. Ben filmin müziklerine bayıldım. Karakterlerin birbiriyle olan uyumu filmin akışına olumlu bir katkı sağlamış. Ancak filmin tek belli bir dönemi yansıtması onun yüzeysel kalmasına yol açmış. Bu durum birçok Morrisey hayranını hayal kırıklığına uğratabilir. Daha iyi bir sonla toparlanabilirdi diye düşünüyorum. Morrisey’in duygu değişimlerine tanık olmak güzel bir ayrıcalıktı. Yan rollerdeki oyuncular da oldukça başarılıydı. England is Mine, şahane müziklerinin haricinde sade ve yüzeysel bir biyografi filmi olmanın ötesine geçemiyor. Yine de Morrisey ve güzel şarkılarının hatrına izlenesi bir film.

Mert YILDIRIM

 

Lucky

Harry Dean Stanton için veda filmi… Başka şekilde özetlenemez sanırım. Oyuncunun kendini hırpalamasına rağmen gerek senaryosunda, gerekse görsel açıdan etkileyici olmayı başaramayan yapım, Stanton’ın kimi jestleri, replikleriyle ilerleyen naif bir film olarak sinema tarihinde ne yazık ki unutulacak işlerden biri olarak yorumlanabilir. David Lynch’in oyunculuğunun da parlak olduğunu söyleyebiliriz. Ama festivalin en zayıf halkalarından biri…

Haktan Kaan İçeL

 

Fortunata

İtalyan sinemasından zaman zaman öne çıkan filmlerden biri olan Fortunata klişe bir senaryoya sahip bir yapım. Jasmine Trinca’nın iyi oyunculuğu dışında akılda kalıcı görsel imgeleri içinde barındırmayan yapım için iç bayat bir melodram benzetmesi yaparsak yanılmayız. Acı çekmekle mutlu olmak arasında kalan bir kadın, varlığıyla satır doldurmaya çalışan yan karakterler ve kurguda her bulunan boş noktaya bayağı bir müzikle dolduran bir kurgu anlayışı filmin festivalin pek matah olmayan işlerinden birine dönüştürüyor.

Haktan Kaan İÇEL

 

Let the Sunshine In

İlişkilere dair iyi tespitlerde bulunan yapım, karakterlerin gerçekçi tepkileri sayesinde ayakta dursa da bir süre sonra tekrar hissi uyandırıyor. Juliette Binoche yine her zaman gibi oyunculuk dersi verirken tam bir diva edasıyla sahneyi dolduruyor. Ama sinema için yapılması gerekli bir proje olarak gözükmüyor. Belki de tiyatro oyunu olarak daha başarılı bir iş olma ihtimali çok yüksek denilebilir. Claire Denis’in en zayıf işlerinden biri olarak yorumlayabileceğimiz filmi modern kadının mutsuzluk oyunları olarak özetleyebiliriz.

Haktan Kaan İÇEL

Claire Denis filmografisi içinde ayrıksı bir yerde duran İçimdeki Güneş, “kadın”a çevirdiği kamerasıyla tabii ki Denis sinemasına tam orta yerinden eklemlenmeyi başarabilen bir film. Arayış, mutluluk, sevgi, seks gibi kavramların harmanlandığı ve bu kavramların bir bütün oluşturduğu filmde Juliette Binoche, tüm parıltıyı üzerinde topluyor.

Seçil TOPRAK

 

Good Time

Safdie kardeşlerin yeni filmi gösterildiği festivallerde takdirle karşılanmıştı. Bunun nedenlerinin başında filmin son derece iyi kurulmuş bir film suç filmi olmasından kaynaklanıyor.  Müziklerinin atmosfere etkisi kusursuz denilebilir. Müzik filmin itici gücü olmayı başarabilmiş. Ancak senaryo o kadar sade ki filmin daha üstlere çıkmasını engelliyor. Hikâyenin geliştirilerek daha dönülmez noktalara götürülmesi belki de filmin belli eşiği geçmesine neden olabilirdi. Senaryodaki tesadüf unsurlarının fazlaca olması da filmin can sıkıcı noktalarından diyebiliriz. Robert Pattinson kariyerinin en iyi performanslarından birini sergiliyor. Sonuç olarak yılın eli yüzü düzgün iyi filmlerinden biri… Kendini keyifle izletiyor.

Haktan Kaan İÇEL

Safdie Kardeşler’in başrolünü Robert Pattinson’a emanet ettikleri suç filmi Good Time, her detayı özenle planlanmış ve sağlam adımlarla örülmüş bir film. Gerilim yüklü, son derece gerçekçi ve filmin her katmanına uyan harika müziklere sahip olan Good Time etkileyici bir atmosfere de sahip. Pattinson’ın en iyi performanslarından birine imza attığı Good Time, filmin her aşamasında imzası bulunan Safdie Kardesler’in bir meydan okuması adeta. Good Time suç filmi listelerinde önemli bir yere sahip olacaktır.

Onur KIRŞAVOĞLU

The Shape of Water

Guillermo Del Toro, The Shape of Water’da yine en iyi bildiği işi yapıyor ve görsel şöleni masalla aktarıyor. Yalnız bir kadın ve bir yaratık arasında yaşanan aşk üzerinden son derece naif bir masal anlatan Del Toro biçimsel anlamdaki yeteneklerini ve vizyonunu gözler önüne bir kez daha seriyor. Klişeler barındırması ve Oscar kokmasına rağmen film, salondan çıktığınızda yüzünüzde bir tebessüm bırakıyor.

Onur KIRŞAVOĞLU

 

The Square

Filmekimi’nin en merak ettiğim filmlerinden olan Ruben Östlund harikası The Square, merkezine aldığı modern sanat müzesi üzerinden günümüz dünyasına bakıyor. Filmde toplumdaki hiyerarşi, güven problemi, sanat anlayışı, medya algısı… Pek çok konuya dair önemli eleştiriler var. Östlund değinmek istediği her şeye sağlı sollu müthiş girişmiş ancak bu kadar farklı hedefe yumruk biraz dağınıklığa neden olmuş sanki.

İbrahim TOSYALI