13.05.2016
Southpaw: Düşmeden Yükselemezsin
Antoine Fuqua ilk çıkışını 2001 yılı filmi Training Day ile yapıp oyuncusuna (Denzel Washington) Oscar kazandırdığında dikkatleri üzerine çekmişti. Sonrasında aksiyon sevenlerin beğenisini kazanabilecek işler yaptı ancak pek dişe dokunur filmlere imza atamadı. Bu yıl Southpaw filmini duyduğumuzda ise yönetmenin isminden çok, başrol oyuncusu Jake Gyllenhaal olduğu için heyecanlandık. Çünkü son zamanların en iyi oyuncuları arasında gönül rahatlığıyla Gyllenhaal’un adını sayabiliyoruz. Açıkçası yönetmenin Fuqua olması ne izleyeceğimize dair ipuçları verse de Jake Gyllenhaal’un boksör kimliğinde neler yaptığını merak etmemek elde değil.
Boks, daha çok varoşların sporu olarak görülebilir. Özellikle sokaklardaki yaşamdan yakasını kurtarmak isteyenlerin sığındıkları bir liman gibidir ringler. Sosyal eşitsizliğin, parasızlığın, aile içi karmaşanın, baskının öfke halinde dışavurumu olarak kodlanır boks; bazen bir intikam öyküsüne dönüşür bazense bir varoluş kavgası olarak hafızalara kazınır. Southpaw, bunlardan birer tutam alıp öyküsüne yerleştirmiş bir film. Southpaw, spor odaklı bir drama filmi olarak anılıyor. Bu nitelemeler yanlış değil. Yer yer dram ögeleri yer yer boks sahneleri birbirinden rol çalarcasına bir örgü kuruyor filmde.
Yetimhanede büyümüş ve boks yaparak başarı basamaklarını hızlı bir şekilde tırmanmış bir boksörün, Billy Hope’un (Jake Gyllenhaal) hayatına tepe noktasından bakarak başlıyoruz filmi izlemeye. Yine kendisi gibi yetimhaneden gelen ve çocukluktan bu yana Billy’nin yanında olan Maureen (Rachel McAdams) ve bu birlikteliğin sevinç kaynağı çocukları Leila (Oona Laurence) ile mutlu bir yaşamı var Billy’nin. Üstelik o, art arda kazandığı maçlarla da zirvede kendi yerini sağlamlaştırmış bir boksör. Bu kadar mutluluk ve başarı hali çok fazla değil mi? Elbet bu evrenin yıkılacağı anı bekliyoruz seyirci olarak. Zaten çok da geçmeden Billy’nin dünyasını alt üst edecek gelişmeler birbiri ardına sıralanıyor. İşte bu noktada o kurulu düzenin birden derbeder olmasıyla incecik bir iplik üzerinde olduğu izlenimi veren hikâyenin ilk açığı da belirmeye başlıyor. Çünkü her şey gerçekten de çok hızlı gelişiyor. Sanki herkes ve her şey Billy’nin düşüşünü hızlandırmak için sıraya girmişçesine diziliyorlar hikâyede. Ancak bu düşüşün bu kadar hızlı ve dibe doğru olması ardından gelecek yükselişin de değerini ve büyüklüğünü anlatmak için de etkili bir tercih. Çünkü seyirci olarak konumlandığınız noktadan kendinizi Billy’nin yerine koydukça yaşayacağınız katharsis anının büyüklüğü de ayrı bir haz yaratması gerekiyor. Özellikle spor, intikam, başarı vs odaklı filmlerin doğasında bu var.
Filmin kanımca esas başladığı nokta, Billy’nin tek umudu, yaşama bağlandığı nokta olan kızı Leila’nın da elinden kayışıyla silkinip kendine gelmeye çalışması ile başlayan hikâye. Buradan filme dahil olan eski boksör – antrenör Tick Wills (Forest Whitaker) filmin dönüştürüşü unsuru. Yine klasik bir hikâye gelişimiyle evrilen filmin en haz verici tarafı Jake Gyllenhaal ile Forest Whitaker’ı yan yana izlemek. Arkadaş, akıl hocası gibi nitelikleri üzerine alan Tick Wills, Billy’nin yeniden yükseliş öyküsünün mimarı haline geliyor. Evet, çok klasik bir hikâye bu. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi film seyirciyi bilindik kodlarla finaldeki katharsis anına o kadar hazırlıyor ki kendinizi Billy’nin köşesine konumlanmış da ringin havasını soluyormuş gibi hissediyorsunuz.
Yönetmen Fuqua’nın Southpaw’daki en iyi tarafı boks sahnelerinin etkileyiciliği. Hikâyeden etkilenmeyecek olsanız bile finalde kendinizi dayak yemiş kadar yorgun, maçı kazanmış kadar gururlu hissedeceğiniz kesin.