11.02.2020

Annelerimiz: Geçmiş Bazen Geçmişte Kalmaz

Yazarın Film Puanı: 10/6

Guatemala İç Savaşı: 1954’te ülkede yapılan askeri darbeye solun silahlı mücadeleyle karşılık vermesiyle başlayan ve 1960-1996 yıllarını kapsayan otuz altı yıllık süreçte Guatemala hükümeti ile Guatemala Kızılderililerinden olan yoksul Maya köylüleri tarafından desteklenen solcu isyancı gruplar arasında süren iç savaş. Mayalar’a büyük zarar veren otuz altı yıllık savaşta iki yüz binden fazla kişinin hayatını kaybetmesi hiç kuşku yok ki tarih kitaplarına kara bir leke olarak girdi. Böylesine kanlı bir iç savaşta çatışan taraflardan silahlı örgüt URNG (Guatemala Ulusal Devrimci Birliği) ile devletin, yıllar süren görüşmelerden sonra barışa ulaşması, uzmanlar tarafından büyük bir başarı olarak değerlendirildi fakat geride gözleri yaşlı ve travmalarla dolu binlerce aile bıraktı. Geçtiğimiz günlerde vizyona giren Nuestras madres (Our Mothers – Annelerimiz) filmi de hikâyesinin merkezine aldığı Guatemala İç Savaşı’ndan sonra eşini, oğlunu ve yakınlarını kaybeden gözü yaşlı annelerin toplumsal hafızasından bir dram sunuyor. Filmin değerlendirmesine geçmeden önce kısaca konusuna bakalım.

Dünya prömiyerini geçtiğimiz sene gerçekleştirilen 72. Cannes Film Festivali’nin “Eleştirmenler Haftası”nda yapan ve burada Altın Kamera ödülünü kazanan film, ülkemizde ise ilk olarak geçtiğimiz sene gerçekleştirilen 26. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde seyirci ile buluşmuştu. Askeri cunta sırasında militan olan babasının kayboluşundan esinlenen yönetmen César Díaz, 2018’de cuntacıların yargılanmasıyla başlayan filminde kendi aile geçmişini araştıran bir antropoloğun hikâyesi ekseninde ülkenin gölgede bırakılmaya çalışılan tarihine ışık tutuyor. Etkileyici bir hikâyeye sahip olan film, Guatemala’da 200.000’den fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan ve günümüzde bile çok iyi bilinmeyen iç savaşın acılarını ve karanlıkta kalan alanlarını sinemaya aktarıyor. Filmde görülen anlatıcı anneler, Guatemala kültüründe hâlâ geçerliliğini ve etkilerini yitirmeyen sözlü tarih anlatıcıları, ülkenin gerçek hafızaları.

Acı Dolu Geçmiş, Gözü Yaşlı Anneler

Her ülkenin tarihinde hiç yaşanmasın istemediğimiz acı olaylar vardır. Yıllar geçse de unutulmayan bu acı olaylar tarihin sayfalarında üstleri tozlansa dahi toplumsal hafızalar sayesinde her daim hatırlanır. Dünya tarihinde gerçekleşen bu elim olaylarda ise hiç kuşku yok ki en çok acı çekenler annelerdir. Yıllar geçse de unutamadıkları acılarının üstü bir türlü kabuk bağlamaz. Dünya’da ve ülkemizde de örnekleri bulunan bu anneler toplumsal hafızanın yaşayan ve yılmaz tanıklarıdır.

Ülkemizin “Cumartesi Anneleri”

Ülkemizde darbe dönemleri ile 1990’lı yılların başında sık yaşanan kaybolma olgusu insan hakları savunucularının öncelikli mücadelesi haline geldi. İnsan Hakları Derneği (İHD) 1992 yılında Kayıplar Bulunsun sloganıyla zorla kaybedilen kişilere karşı ilk kampanyasını başlattı. Bu kampanya, 1995 yılında Cumartesi Anneleri’nin mücadelesiyle ülke çapında yankı uyandıran bir harekete dönüştü ve ilk kez 27 Mayıs 1995’te, gözaltında kaybolan yakınlarının akıbetini sormak için İstiklal Caddesi’ndeki Galatasaray Lisesi’nin önünde toplanan Cumartesi Anneleri çok önemli bir figür haline geldi.

Arjantin’in “Mayıs Meydanı Anneleri”

Arjantin’de kirli savaş olarak adlandırılan diktatörlük döneminde (1976-1983) sol görüşlü 30 binden fazla kişi kayboldu. Gözaltı kayıpları kavramı lugatına cunta rejimiyle birlikte giren Arjantin halkı, bu dönemde son derece baskıcı bir rejim altında yaşıyordu fakat yine buna göz yummayanlar anneler oldu. Üç kişinin yan yana gelmesinin bile yasak olduğu ülkede bir grup kadın 1977 yılında kayıp çocuklarının bulunması için hükümet binasına 100 metre mesafedeki Mayıs Meydanı’nda (Plaza de Mayo) toplanmaya başladı. Beyaz başörtüleriyle ikişer ikişer meydana giren kadınlar her perşembe saat 12’de meydanın ortasındaki piramidin etrafında tur atıyordu. Cunta hükümeti, perşembe delileri veya terörist anneleri olarak adlandırdığı Mayıs Meydanı Anneleri’nin adalet arayışını bastırmak için türlü baskılar uyguladı.

Hareketin önderleri, harekete destek veren avukatlar, insan hakları savunucuları işkenceye maruz kaldı, haklarında çok sayıda dava açıldı, kaybolanları ararken kendileri de kaçırılıp kaybolarak aynı kadere mahkum oldu. Ancak cunta rejimi her hafta daha çok kadının başına beyaz örtüsünü takıp meydanda turlamasına engel olmadı. Arjantin’de düzenlenen 1978 Dünya Kupası ise Mayıs Meydanı Anneleri’nin seslerini dünya kamuoyuna duyurmalarına araç oldu. 40 yılı aşkın süredir adalet arayışını sürdüren Mayıs Meydanı Anneleri, ülkemizdeki Cumartesi Anneleri gibi faili meçhul ve kayıp kişiler adına yürütülen çok sayıda adalet mücadelesine örnek teşkil etti.

Toprağın Altındaki Acı Tarih

Filmde ele alınan ve Guatemala’daki iç savaşta toprağın altına gömülen insanların kemiklerinin gün yüzüne çıkması da bir antropoloğun gözünden kendi ailesini de derinden sarsan bu acı olayı ortaya çıkarıyor. Guatemala tarihinin gölgede bırakılan kısmına bir nebze olsun ışık tutmayı başaran film, her dakika daha da duygusallaşan ve acı gerçekleri ortaya çıkaran bir hikâyeyi yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Filmin açılış sekansında masanın üzerine dizilen insan kemikleri, antropoloji ile ilgili bir bilimsel çalışma izlenimi uyandırsa da ilerleyen dakikalarda hikâyenin başka bir yöne dönmesi ile dramatik yönü güçlü bir filme dönüştürüyor hikâyeyi.

Geçmişin Acılarıyla Karşılaşma

Guatemala halkı için iç savaşın etkileri yönetmen tarafından film boyunca annelerin gözünden acı dolu şekilde yansıtılarak seyircinin bazı şeyler üstüne uzun uzun düşünmesini sağlıyor. Evlatlarından yıllarca haber alamayan ve yüzlerindeki acı dolu ifadelerden ruhsal olarak çok ağır bir yükü uzun yıllardır sırtladıklarının sonucu çıkan anneler, filmin kilit noktasını oluşturuyor. Evlatlarından ümidi kesen annelerin tek istediği şey ise onların kemiklerine dahi olsa ulaşmak ve onları mezara gömüp en azından kendi vicdanlarını rahatlatmak. Uzun yıllar süren iç savaşın etkileri ise filmde her ne kadar anlatılmaya çalışılsa da biliyoruz ki bu tip acıların tarifi hiçbir zaman mümkün değildir.

Artısıyla Eksisiyle

Süresinin kısa olmasından dolayı işlemiş olduğu ve büyük bir potansiyel vadeden hikâyesini ne yazık ki vurucu bir şekilde işlemeyi başaramayan film, yüzeysel bir anlatıma başvuruyor. Hikâyesinin gerçek olaylara dayanması filmi bir anlamda tarihsel bir belge hüviyetine de kavuşturarak önemli bir görevi de üstleniyor. Abartılı olmayan oyunculuklarının da çok dikkat çekmediği film, bu türde tarihi olaylara karşı merakı olan sinemaseverlere hitap ediyor. Özellikle filmde anne karakterlerinin geçmişe yönelik sorgu sahneleri ve o yıllara ait yaşanan zor günleri tasvir etmeleri, tarih boyunca yaşanan bu türde acıların din, dil, ırk ve millet ayırt etmediğini acı bir şekilde bir kez daha hatırlatıyor.