24.08.2022

Audrey Tautou: Güzel mi, Tatlı mı?

Yusuf YETİŞ

Üretim Olarak Küreselleşen Fransa Sineması

Dünya sinemasının hâli hazırda, iki büyük lokomotifi var; Hollywood ve Fransa sineması. Son dönemlerde çıkış gösteren, Hong Kong, Bollywood ve Kuzey Avrupa sinemaları, dünya sinemasında söz sahibi olmaya başladıysa da bu iki büyük gücü alt edebilmiş değil. Daha uzun yıllar alt edebilecek gibi de durmuyor. Sinema adına iki büyük festivalin (Cannes ve Oscar) bu ikisinin tekelinde olması bu gücü sağlayan yapıların başında geliyor. Bu iki sinema devi Fransız Sinemasının Yeni Dalga akımının temellerini atmasından beri karşı karşıya geliyor. Fransız Sineması biraz daha işin sanat yönüyle uğraşırken, Hollywood daha büyük bütçelerle, daha geniş kitlelere hitap ediyor.

İki büyük lokomotif güç olunca, oyunculara verilmesi gereken önem, beklenen oyunculuklar, oyunculara düşen iş haliyle artıyor. Tabii bu beklentinin karşılığını, oyuncular, normalden daha büyük bütçeler ve ünle alıyorlar.

Bu tarz koşullarla oluşan bu iki sinemada, özellikle kadın oyunculara verilen önem arasındaki fark ise, gün geçtikçe kendini daha çok belli ediyor. Hollywood aktrislerinden bazılarının, skandal halini alan açıklamaları, bu yılda gündemi oldukça meşgul etti. Yapımcılar-yönetmenler ve aktrisler arasında birçok taciz vakası yaşandığı gerçeği, bir daha ortaya çıktı. Fransız sinemasını güçlü yapan ana etmenlerden biri de bu olsa gerek. Fransız sinemasının, Hollywood’un aksine tüketim olarak değil de üretim olarak küreselleşmeye çalışması, onu güçlü yapan bir diğer parça.

Başarı ve Dillere Destan Bir Güzellik…

Kadına verilen önem olarak; hep bir adım önde olan Fransız Sineması, bunun karşılığını ise yıllar içinde oldukça almışa benziyor. Sinemanın daha ikon haline gelmiş isimleri, Hollywood’un elinden çıksa da daha fazla saygı duyulan isimleri hep Fransız Sinemasından çıkmıştır. Juliette Binoche, Anna Karina, Vanessa Paradis, Catherine Deneuve, yakın zamanda kaybettiğimiz Jeanne Moreau, İsabelle Huppert, Marion Cotillard, Charlotte Gainsbourg ve Lea Seydoux gibi daha sayısız aktrisi bize kazandıran ve bu isimleri yıllar içinde ileriye doğru taşıyan Fransız Sineması, bu konuda teşekkür edilmesi gereken yapılardan biri.

9 Ağustos 1976 yılında, öğretmen bir anne ve diş doktoru bir babanın kızı olarak dünyaya gelen Audrey Tautou, Fransız sinemasının bünyesinde yetişmenin, hem avantajına (avantaj yerine olması gereken daha iyi bir tabir olabilir) hem de dezavantajına sahip biri. Avantaj çünkü, kadına hak ettiği değeri veren bir sinema anlayışının içinde, dezavantaj çünkü rakipleri güçlü. Yukarıda saydığım isimlere göz attığınızda, bir aktris olarak, Fransız Sinemasında tutunmanın zorluğunu az-çok anlarsınız.

Bu şartlar içerisinde yetişen Audrey Tautou, 1998 yılında ilk kez kamera karşısına geçiyor ve Cesar ödüllerinde “gelecek vaat eden” genç oyuncu ödülünü alarak, sahnelere kararlı bir adım atıyor. İlk filminin üzerinden tam olarak iki yıl geçmeden de, kendisini dünya çapında bir üne kavuşturan filmiyle, izleyicisinin karşısına çıkıyor: Amelie. Yıllar içinde ününden hiç bir şey kaybetmeyen, aksine izleyici ve hayran kitlesini katlayarak büyüyen filmin, bu başarısındaki altın pay, tabii ki Audrey Tautou‘ya ait. Kült bir filmin, kült karakteri konumunda olan Amelie, kendisine hayat veren Audrey Tautou’ya çok şey borçlu. Bu karakter, sinemanın en unutulmaz karakterlerinden birine dönüşebildiyse, hatta bir tür ikon yüzü haline geldiyse dönem sinemasının, bu başarının sırrı; Audrey ve dillere destan güzelliğinden başka bir şey değil.

Audrey Tautou Güzel mi Yoksa Tatlı mı?

Filmi izleyen, daha doğrusu Audrey Tautou‘nun yüzünü yeryüzünde bir kez gören bir insanın, kendisine soracağı ilk soru ise, hiçbir zaman değişmiyor; Audrey Tautou, güzel mi yoksa tatlı mı? Bu soruyu soran, dönüp dolaşıp, Audrey Tautou’nun yüzüne bir daha bakarken bulacaktır kendini. Cevabı uzun yıllardır aranan bu soruya, birçok kişi Audrey Tautou’nun insanı kendine çeken tarafının “tatlı”lığı olduğunu söylemiştir. Bazıları ise güzellik yönünün ağır bastığını söylemiştir. Bu iki taraf bir türlü uzlaşamadı, kalan yıllarda da uzlaşacağı benzemiyor, o yüzden, gelin bu tartışmayı geride bırakıp; Audrey’in kariyerinin, Amelie’den sonraki kısmına değinelim biraz.

Amelie filminden sonra aynı çapta bir başka rolle daha karşımıza çıkamamış olsa da Audrey Tautou‘nun oyunculuk becerisi, yıllar içerisinde gelişen ve kendini daha iyi ortaya koyan bir tavır çiziyor. Özellikle Dirty Pretty Things (2002) ve ünlü moda tasarımcısı Coco Chanel’a hayat verdiği, Coco Avant Chanel (2009) filmlerindeki oyunculuğuyla göz dolduran Audrey Tautou’nun, Dan Brown’un kült romanının uyarlaması olan Da Vinci’s Code (2009) filminde canlandırdığı, Sophie Neveu karakteri de, oyunculuğunu gözler önüne seriyor.

2016 yılında, Antalya Altın Portakal Film Festivalinde, “Yaşam Boyu Onur” ödülüne de layık görülen, ayrıca Dirty Pretty Things filminde Türk bir karakteri canlandıran Tautou, ülkemizde de, oldukça sevilen ve saygı duyulan bir isim. “Yaşam Boyu Onur” ödülünü, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanının elinden alması, sinema görgümüz adına eksi hanelere yazılsa da, genç yaşına rağmen; bu ödülü hak eden birine vermemiz, artılarımız arasına giriyor.