03.03.2020
Burası Cennet Olmalı: Ulus, Kimlik, Aidiyet…
Yazarın Film Puanı: 10/7
Klasik anlatım tarzına uymayan filmler, yönetmen ve seyirci açısından her zaman bir tür kumardır. Filmde anlatılan hikâyeyi daha ilgi çekici ve farklı bir şekilde anlatmak isteyen her yönetmen kendine has yöntemleri filmin anlatım tarzına yedirir. Yaptığı işte başarılı olan ve filmini seyirciye sevdiren yönetmen ise yönettiği filmle belki de yıllar sonra efsane bir isim haline gelebilir. Bunun tam tersi durumda ise yönetmen anlatım tarzından dolayı çok kötü bir iş ortaya koyduysa film izlendikten birkaç gün sonra dahi seyircinin zihninden kolayca silinir ve sonsuza dek unutulur. Filistinli ünlü yönetmen Elia Suleiman imzalı ve geçtiğimiz haftalarda vizyona giren It Must Be Heaven (Burası Cennet Olmalı) filmi de ilginç anlatım tarzı, türler arasındaki uyum, başrol karakterinin yönetmenin ta kendisi olması ve hikâyesi gibi özellikleriyle öne çıkarak ele aldığı konuyu da yönetmeninin başarısı ile ilginç bir biçimde işlemeyi başarıyor. Filmin değerlendirmesine geçmeden önce kısaca konusuna bakalım.
Dünya prömiyerini geçtiğimiz sene gerçekleştirilen 72. Cannes Film Festivali’nde yapan ve burada FIPRESCI Ödülü ile Özel Mansiyon ödülünü kazanan film, ülkemizde ise ilk olarak geçtiğimiz seneki 2. Başka Sinema Ayvalık Film Festivali’nde seyirci ile buluşmuştu. Elia Suleiman’ın yönettiği film, dünyanın birçok şehrine giden ES’nin, buralarda memleketi Filistin’den izlerle karşılaşmasını konu ediniyor. Şair Mahmud Derviş’in “Nereye uçar kuşlar, son gökten sonra?” sorusunu Filistin’in en tanınmış yönetmenlerinden Elia Suleiman da son filminde ES adındaki (ve kendi canlandırdığı) başkarakteri aracılığıyla soruyor. Elia Suleiman’ın alteregosu ES yeni bir memleket arayışına girer. Fakat Paris’ten New York’a, dünyanın hangi köşesine giderse gitsin, memleketi Filistin peşinden gelir. Yakasını bırakmayan ülkesi ES’i gündelik hayatın içinde absürt ve komik durumların içine sürükler. Neresi gurbet, neresi memleket sorusunu tartışan filmde Elia Suleiman, “Eğer bir önceki filmimde Filistin dünyanın bir mikrokozmosu olarak görülürse, yeni filmimin dünyayı Filistin’in bir mikrokozmosu olarak temsil etmeyi denediğini söyleyebilirim.” diyor.
Filistin ve Elia Suleiman
İlginç sonuçlara gebe bir Hristiyan ayini ile başlayan film daha ilk sahnesiyle ilerleyen dakikalar için farklı bir hikâye izleyeceğimizin adeta çığırtkanlığını yapıyor. Yeni bir memleket arayışına giren filmin yönetmeni ve aynı zamanda başrol oyuncusu Elia Suleiman bizleri farklı ülkelerde yolculuğa çıkarıyor. Ulus, kimlik ve aidiyet kavramlarının izinde farklı ülkelere giden ve belki de kendi benliğini bulmaya çalışan birini işleyen filmde başrol karakterimizi ilk olarak kendi ülkesi olan Filistin’de görüyoruz. Burada tanık olduğu ve garipsediği birçok olay sonucu kendini yollarda başka bir vatan ararken bulan karakterimiz, bu süreçten sonra ülkesini geride bıraktığını düşünüyor fakat ülkesi onun peşini bir türlü bırakmıyor.
Avrupa’dan Amerika’ya ve Yeniden Orta Doğu’ya
Ülkesinden sonraki durağı Avrupa’nın gözde ülkelerinden Fransa olan karakterimiz burada kahve içmek için oturduğu bir kafede etrafından gelip geçenleri (özellikle kadınları) hayranlıkla izler. Medeniyetin, sanatın, politikanın, özgürlüklerin ve diğer başka birçok güzel şeyin merkezidir burası. Kendisi açısından her şey yolunda giderken bindiği takside nereli olduğu sorulunca vermiş olduğu Filistin cevabı kendi ulus ve kimliğini onun karşısına bir kez daha çıkarır. Filmin bu dakikasına tek bir kelime etmeyen karakterimiz de bu kısa sahnede kurmuş olduğu birkaç cümle ile filmdeki tüm repliklerini sarf eder ve filmin sonuna dek yine tek bir kelime etmez. Fransa’dan sonraki durağı yeni dünya olan karakterimiz burada da ülkesi Filistin’den bir türlü kurtulamaz ve ülkesini hatırlatan unsurlar önüne birer birer çıkar. Öyle ya, bir insan ülkesinden ne kadar uzaklara giderse gitsin geçmişi, ulusu, kimliği ve asıl ait olduğu yer onun peşini bir tülü bırakmaz.
Artısıyla Eksisiyle
Ölçülü mizahı, üzerine düşündüren hikâye anlatımı, konusu ve başrol karakterinin bir sahnesini saymazsak hiç konuşmadan rolünü oynaması ile seyircisine özel bir iş sunan film, kendini sıkmadan izletmeyi başarıyor. Yer yer kartpostallık görüntüler sunan filmde, yoğun bir diyalog olmaması da seyircinin filmin duygusuna girmesine ve başrol karakterinin duygusunu daha çok hissetmesine olanak sağlıyor. Şu sıralar vizyonda yer alıp kesinlikle şans verilmesi gereken yapımların biri olan film, ulus, kimlik ve aidiyet kavramlarına değinen komik bir destan.