24.08.2022
ELEŞTİRİ: Miss Julie
Halil İbrahim Sağlam
Ingmar Bergman filmlerinin efsane oyuncusu Liv Ullmann, 1992’de “Sofie” ile başladığı yönetmenlik kariyeri boyunca hep uyarlamalara imza attı. 1995’te çektiği 180 dakikalık “Kristin Lavransdatter” ile tiyatroya olan sevgisini adeta haykırsa da film sinemasal anlamda başarısızlık olarak görüldü. En son 2000’de Bergman’ın senaryosunu yazdığı “Trolösa” ile hafızalara kazınan bir film çekmeyi başaran Ullmann, bu filmden sonra 14 yıl boyunca film yönetmeyi bırakmıştı. Başrollerinde Jessica Chastain, Colin Farrell ve Samantha Morton’un yer aldığı Miss Julie, Ullmann’ın yönetmenlik anlamında dördüncü filmi. Önceki üç filminde de 150 dakika ve üzeri süreye sahip filmler çekerek uzun filmleri sevdiğini gösteren Ullmann, bu sefer süreyi 129 dakika civarında tutmuş ve hem sinemasal açıdan hem de oyunculuk performansları olarak kariyerinin en güçlü filmine imza atmış.
August Strindberg’in meşhur oyunundan uyarlanan film, 1890 yılında İrlanda’da geçen (hikayenin aslı İsveç’te geçse de filmin dili İngilizce olduğu için İrlanda tercihi yapılmış) bir yaz gecesine, göz alıcı bir malikaneye ve üç kişiye odaklanıyor. Baronun kızı Miss Julie, baronun kahyası John ve malikanenin hizmetçisi Kathleen. Alt tabakaya ait olan Kathleen ve John’un flörtöz halleri her şeye sahip olan ve kendinden aşağı konumdaki insanlarla uğraşmayı seven Julie’nin ilgisini çekince, 24 saat içinde aşk, kıskançlık, şehvet, tutku, statüko, inanç, hırs, ego, sosyal ve ekonomik farklılık gibi kavramlara, erkek ve kadının adeta duygusal ve psikolojik bir savaşı andıran bipolar hallerine tanıklık ediyoruz.
Dönem filmi atmosferini her türlü şaşaadan uzak, sade bir şekilde tasarlayan Ullmann’ın, Strindberg’in natüralist oyununa sadık bir şekilde oyuncularına yeteneklerini sergilemek için özgürce alan sağlayan bir yönetmenlik anlayışı var. Malikanenin içerisi ve bahçesi olmak üzere genel olarak iki mekanda geçen film, mutfak, yatak odası, mahzen gibi iç mekan çekimlerini olabildiğince uzun tutup, bunu dakikalarca süren diyaloglarla birleştiriyor ve atmosferden kaçmanıza, filmin içinden kopmanıza imkan vermeyecek bir klostrofobi hissiyatı yaratıyor. Sosyal ve kültürel açıdan imkansız gözüken, geçmişi çocukluk dönemine ve gözlemlere dayanan bir aşkın peşine düşerek, kadın erkek arasındaki sevginin ve nefretin, tutkunun ve kayıtsızlığın, masumiyetin ve çıkarcılığın, fedakarlığın ve bencilliğin anksiyete haline bürünen bir tablosunu çıkarıyor Ullmann.
Kadın ve erkek arasındaki statükonun, dengelerin ve duygusallığın sürekli yer değiştirdiği bu iktidar savaşının her defasında tavan yaparak ilerlemesi, çatışmanın arasına Kathleen gibi dengeleyici bir karakteri koymayı adeta şart koşmuş. Birbirinden dengesiz iki karakterin arasında Kathleen’i canlandıran Samantha Morton hem ağırbaşlılığıyla kıyametin içindeki sessizlik olmayı başarmış hem de bu sessizliği yaratan bakışları ve vücut diliyle kendine has bir gerilim yaratmış. Filmin diyaloglarının hızına tezat olarak oluşturulan bir diğer faktör ise, sadelikle ve belirli objelerle döşenmiş mekan tasarımı (özellikle mutfak). Büyük bölümü mutfakta geçen film, devamlı açılan şarap şişelerinden, içilen kadehlere, kullanılan bıçağa kadar objeleri üzerinden dramatik yapının gidişatını şekillendiren bir öneme sahip. Chopin, Schubert, Schumann gibi sanatçıların klasik ve romantik besteleri de filmin derinlikli kişilik analizleri içeren bol çatışmalı dünyasında bir yumuşatma işlevi görüyor.
1951 tarihli İsveç yapımı Fröken Julie’nin gönüllerdeki yeri ayrı olsa da, Liv Ullmann “Miss Julie”nin sinemadaki en modern ve derinlikli işlenen versiyonuna imza atarak yönetmenlik kariyerinin en olgun yapıtını sergiliyor. Her yıl mutlaka iyi yönetmenlerle çalıştığı birkaç filmde yer alan ve isabetli seçimler yapan Jessica Chastain, bugüne kadarki en üstün oyunculuk performansına imza atıyor. Herhalde “Miss Julie” rolü için daha iyi bir seçim olamazdı, nevrotik halleriyle adeta alev gibi parlayan, konuşurken sesinin titremesi tüm vücut diline yayılan, inişleri ve çıkışları oldukça keskin bir karakter portresi ortaya koyuyor. Colin Farrell ise Chastain’in büyük oyunu karşısında karizmasıyla ezilmeyen, iyi projelerde yer aldığı zaman yeteneğini konuşturabildiğini kanıtlayan bir performans sergileyerek kahya – prens arasında gidip gelen, uçlarda bir karakter profili çiziyor.