24.08.2022

ELEŞTİRİ: Nightcrawler

Konuk yazar: Enes HADZIBEGOVIC

The Fall ve The Bourne Legacy gibi sinemaseverler tarafından büyük ilgi görmüş filmlerin senaryolarına imza atan Dan Gilroy’un yönettiği ilk film olan Nightcrawler nihayet seyirciyle buluştu. Türkiye’de Gece Vurgunu adıyla gösterime giren film başroldeki Jake Gyllenhaal ve dış basındaki övgüleriyle bayağı merak uyandırmayı başarmıştı. Yönetmen bir baba (Frank D. Gilroy), yönetmen bir ağabey (Tony Gilroy) ve  kurgucu bir ikiz kardeşe (John Gilroy) sahip olan Dan Gilroy sinemacı bir aileden geliyor. Zaten Nightcrawler da hayatı boyunca sinemayla fazlasıyla haşır neşir olmuş bir adamın elinden çıktığını her yönüyle belli eden bir film. 1959 doğumlu yönetmen yaşına rağmen ilk filmini bu yıl içerisinde çekmesi bakımından şaşırtırken, Nightcrawler bu şaşkınlığımızın iki katına çıkmasını sağlıyor. Filmden kısaca bahsetmem gerekirse hikâyenin odağındaki Louis Bloom’u tanıtmalıyım öncelikle.

Louis Bloom sinema tarihinin en tuhaf sosyopatlarından biri. Gerekli görmediği insanlarla ilişki kurmuyor ama içine kapanık değil, heyecanlı ve meraklı ama vicdan sahibi gibi de görünmüyor.  Bütün bu özellikleri kendisini seyirci nezdinde çok güvenilir biri kılmıyor, hep bir şüpheyle yaklaşmamızı sağlıyor. Peki ne yapar bu Louis?

Louis kendisini fikir bazında sürekli geliştiren bir adam ve bütün varlığıyla kendisini adayacağı bir işin peşinde. Gecenin bir vakti arabasıyla gezerken tanık olduğu bir olay onu haberciliğe heveslendiriyor. Satın aldığı bir el kamerası ve polis telsiziyle Los Angeles sokaklarında habercilik oynamaya başlıyor. Yakaladığı iyi görüntüleri anlaştığı bir haber kanalına satmaya başlayınca olaylar hızla büyüyor ve beklenmedik bir hal alıyor.

Bu tuhaf karakterin hayattaki tek amacı haline getirdiği mesleği ve bu mesleğe obsesif derecede bağlı oluşu zamanla onu daha iyi tanımamızı sağlıyor. Başlarda bu heves ve merakın onu girift bir politik suçlar ağına sürükleyeceği izlenimine kapılıyoruz. Çünkü hikâyenin başlarında içimize yerleşen merak unsuru Alan J. Pakula’nın politik tabanlı gerilimlerini hatırlatıyor. Lakin hikâye zamanla Sidney Lumet’in Network’ünün izinden giden bir yapıma doğru evriliyor. Medya ve ahlak eleştirilerini hikâyenin gidişatı içinde iyice arttıran Don Gilroy bunu yaparken yer yer kara mizah (karakter üzerinden), yer yer de kara film (hikâye üzerinden) dokunuşlarıyla filme orijinal bir biçim veriyor. Louis’in abartıya varan habercilik anlayışı bizleri filme yabancılaştırmaktan çok ‘’gerçek’’ anlayışımıza bir darbe indiriyor. Louis ve kanalın haber departmanında çalışan Nina karakterleri medyadaki şiddet, bencillik ve ego gibi bileşenlerin ete kemiğe bürünmüş halleri olarak çıkıyorlar karşımıza.

Nightcrawler hem teknik hem de içerik olarak türler arası gezinen ve bu türleri doğru formülle birleştiren bir film. Dan Gilroy sinema tarihinden ödünç aldığı ruhu modernize ederek yeni bir bedene taşıyor.  Kan isteyen haber kanallarının ve medyanın vahşetini gözler önüne sererken psikolojik çözümlemelere oldukça müsait Louis karakterine de apayrı bir yer açıyor. Louis’in parayla ve habercilik etiğiyle fazla işi yok, tek derdi egosunu tatmin etmek. Toplum tarafından kabullenilmekten çok daha fazlasını istiyor. Dan Gilroy, Louis ve haber kanalını hem ortak hem de farklı yanlarıyla ilişkilendirerek aralarında çıkara dayalı ve fazlasıyla vahşi bir köprü kuruyor. (Medya ve şiddetin tonu Natural Born Killers’a yakın bir abartılılıkla sunuluyor bazı anlarda)

Dan Gilroy’un yönetmenliği de bir hikâye oluşturmaktaki başarısından geri kalmıyor. Los Angeles sokaklarını mekan olarak kullanan Gilroy, neredeyse tamamı gece geçen filmdeki takip sahnelerini  sürükleyici ve stilize aksiyon numaralarıyla sunuyor bizlere. Bütün bu teknik işçilik başarısını çoktan kanıtlamış ünlü görüntü yönetmeni Robert Elswit’in dehasıyla birleşince film kusursuza yakın bir görselliğe ulaşıyor.

Son yıllarda rol seçimlerinde daha titiz davranmaya başlayan Jake Gyllenhaal orijinal ötesi karakter profiliyle belki de kariyerinin en iyi performansına imza atıyor. (Kısmen donuk ve soğuk kanlı duruşunu kendi lehine çevirmenin bir formülünü bulmuş anlaşılan) Louis karakteriyle filmin birçok yerinde seyirciyi güldüren Gyllenhaal filmin mizah boyutunu da ustaca sırtlayabiliyor. Nina rolündeki Rene Russo da Gyllenhaal’a mükemmel bir şekilde eşlik ediyor. Network’deki Diana Christensen (Faye Dunaway) karakterini akla getiriyor sık sık.

Ortada oldukça güçlü bir hikâye, bu hikâyenin hatasız bir matematikle dönüştüğü senaryo, kendine has karakterler, kendine has mizah, sürükleyici planlar, usta işi bir görüntü çalışması, etkileyici müzikler, akıl dolu diyaloglar, üst düzey oyunculuklar ve sertliğinden ödün vermeyen bir medya eleştirisi var. Anlayacağınız Nightcrawler hiçbir yerden falso vermiyor ve bu bütünlüğüyle 2014 yılının en iyilerinden biri olduğunu garantiliyor. Bize de Don Gilroy’un bir sonraki projesini büyük bir heyecanla beklemekten başka bir şey kalmıyor.