24.08.2022

Modern Klasikler: Amadeus

Yusuf YETİŞ

Yeryüzünün Tüm Salieri’lerine: Amadeus

“O benim idolümdü. Mozart… Adını ilk ne zaman duyduğumu bile hatırlamıyorum.” (Salieri)

Edebiyat ve sanat dünyasının en büyük karşıtlığı, en çok bilinen, üzerine en çok konuşulanı… Mozart-Salieri veya deha-matematik… Bir yanda Tanrı’nın bahşettiği bir yetenek, diğer yanda cebir… Yeryüzünün en eski tartışma konusu sanat adına. Aynı dönemde, aynı yere düşen iki insan üzerinden tüm boyutlarıyla irdelenen bir karşıtlık.

Milos Forman‘ın, Peter Shaffer‘in aynı isimli tiyatrosundan uyarladığı, 1984 yapım Amadeus filmi, bu meşhur karşıtlığı, Mozart’tan çok Salieri’yi anlatarak gözler önüne sermeye çalışıyor. Başrollerde Tom Hulce Mozart, F. Murray Abraham Salieri rolünde. Özellikle F. Murray Abraham‘ın Salieri performansı görülmeye değer. Göründüğü ilk sahneden, son sahneye kadar muazzam bir oyunculuk sergileyen Murray Abraham, Salieri’nin yaşadığı tüm ruhsal dalgalanmaları, kıskançlık krizlerini, bitmek bilmeyen isyanını izleyiciyle buluşturuyor. Bunu sergilerkenki başarısı ise kendisine en iyi erkek oyuncu Oscar’ını kazandırıyor.

“Bağışlayın majesteleri. Ben edepsiz bir adamım. Ama sizi temin ederim ki müziğim değil.” (Mozart)

Salieri’nin bir tür günah çıkartma çabası şeklinde başlayan ve işleyişini de bunun üzerine kuran film, Salieri ve Mozart karşıtlığını işlerken iki karakter resmediyor bizlere, bu karakterleri öncelikle bir başlarına, birbirlerinden ayrıyken tanıtıp, devamında aynı çatı altında buluşturuyor. Buluşturur buluşturmaz da dehanın cebire şiddetli bir tokadı ile başlayıp, zaten derinlikli olarak gördüğümüz karakterlerin (özellikle Salieri’nin) devamında ne tarz bir tutum takınacağına dair ipuçları veriyor.

Sanatını Matematiğin Gölgesinde Kuran Bir Adam: Salieri

Mozart, büyük ünlerin, büyük sahnelerin insanı ilk çocukluk yıllarından beri. İlk bestesini beş altı yaşlarındayken yapıp daha o yaşlardayken dönem soylularının karşısında piyano ile kendi bestelerini çalan biri. Salieri ise ona karşı hayranlıkla büyüyen ve bir gün onun yükseldiği kadar yükselmek isteyen biri. Bunun için dua ediyor Salieri, bir şans istiyor Tanrı’dan, besteci olabilmek için bir şans. Bu şansı bir kere ele geçirince geriye kalan şeyleri yapabileceğine inanıyordu. Emek vererek, Tanrısı’na dua ederek ve de çalışarak yükselebileceğine inanıyordu.

Tüm hırslarıyla, tutkusuyla, adanmışlığıyla beliriyordu Salieri. Sanatının matematiğini iyi bir şekilde kurarsa eğer, sürekli başarılı olacağına inanıyordu. Yaşama dair, yaşam sevincine dair hiçbir şey bilmeden, tüm sanatını matematiğin ellerine teslim ediyordu. Müziğini ameliyat masasında kurmayı seçiyordu bir nevi, yaşamın kendisinin müziğine katabileceklerini düşünmeden, bıçak ve neşterle biçiyordu onu. Nitekim eline besteci olabilmek için bir şans geçtiğinde; karşısında hayranı olduğu deha beliriyordu, Mozart. Bu hayranlık yan yana oldukları ilk sahneden itibaren yerini, kıskançlığa ve hasede terk ediyordu. Bu kıskançlık duyguları içinde, Mozart’tan nefret etmeye başlayan Salieri, Tanrı’nın ona karşın Mozart’ın yanında saf tuttuğunu gördükçe deliriyor ve de Tanrısı’na karşı savaş açıyordu.

“Bundan böyle düşmanız sen ve ben çünkü enstrüman olarak kendine bu utanmaz, ahlaksız ve çocuksu ukalayı seçtin. Bana da yalnızca onun müziğinde, senin sesini tanıma yeteneğini verdin çünkü haksızsın. Eşit değilsin. Acımasızsın! Sana engel olacağım. Yemin ederim engel olacağım, yaratığını yaralayacağım bütün gücümle. Mahvedeceğim senin görüntünü.” (Salieri)

Tanrı’nın Sesi Olan Müzik ve Bestekarı: Mozart

Büyük sahnelerin insanı demiştik Mozart için, babasının henüz küçük yaşlardayken ona verdiği destek, ve bu yönde harcadığı çabanın, Mozart’a büyük katkı sağladığı aşikar fakat akıl zayıf düşer, yetenek körelir, deha ise parıldar. Dehanın parıltısı önünde durabilecek hiçbir şey yoktur, yaşamın kendisi bile duramaz.

Amadeus kelimesinin Latince kökenine indiğimizde, karşımıza iki kelime çıkar: amour ve deus, yani sevgi ve Tanrı. Tanrı’nın sevgisi anlamına gelen ve babasının sonradan seçtiği bir isimle bilinen Mozart, yaşam sevincinin birebir tezahürü gibi. Bir yanda yaşama dair pek az şey bilen, saray bestecisi konumunda olan Salieri dururken, diğer yanda yaşama sevinciyle dolu, dinmeyen bir ruha sahip Mozart. Salieri önce yüksekleri görmek istiyordu, karlı tepelerin zirvelerini, etrafına dönüp bakmadan uğraşıyordu bu yüzden, sürekli çalışıyordu. Önce müzik diyordu, sonra yaşam. Önce cebir diyordu, önce uğraş, daha sonra duygular. Salieri’nin tüm bu çabalarına karşın Mozart ise doğuştan Tanrı’nın sesiyle kutsanmıştı.

Mozart tüm bu becerisine karşın, lanetli. Lanetli çünkü etrafında müziğinin büyüklüğünü görebilen kimse yok. Salieri ise Mozart’a göre daha büyük bir lanetle kutsanmıştı. Salieri’nin laneti, Mozart’ın müziğinin büyüsünü fark eden tek kişi olması. Onun müziğinde Tanrı’nın sesini duyan tek kişi olması. Hasedi biraz da bundan Salieri’nin, tüm bu çabasına, Tanrısı’na isyan etmeyişine, boyun eğişine karşılık, bir tür ceza olarak, ondan daha yetenekli, daha büyük bir Mozart var. Üstüne üstlük bu büyüklüğün farkında olan tek kişi de yine kendisi. Bu şartlar altında kalan Salieri’nin tercihi, Tanrısı’na karşı savaş açmak oluyor.

“Tiyatroyu dolduran gerçek bağışlayıcı müziği duydum salondakilere mutlak bağışlanma sunuyordu. Tanrı, bu küçük adam aracılığıyla tüm dünyaya şarkı söylüyordu. Durdurulamaz. Geçen her ölçü hezimetimi daha da arttırıyordu.” (Salieri)

Yetenek ve çaba karşıtlığı, sanatın en eski karşıtlıklarından biri, Andrei Tarkovsky, aynı konuyu, benzer bir biçimde Andrei Rublev (1966) filminde işliyordu. Bir başka Rus yönetmen Eisenstein, Omuz Çekiminde isimli kitabını Salieri’ye ithaf ediyordu. Çabadan yana saf tuttuğunu ilan ediyordu Eisenstein. Uğraştan , emekten yana olduğunu. Nitekim Eisenstein‘nın kendisi bile, yeteneğinden çok, sanatını cebirle kurmasıyla bilinen biri.

Haset ve kıskançlık duyguları içerisinde, Tanrısı’na ve onun sesi konumunda olan Mozart’a savaş açan Salieri, çözümü Mozart’ı öldürmekte bulur. Planını kuran ve eğer plan yolunda işlerse, Tanrısı’na karşı savaşı kazanmakla kalmayıp, sadık bir dost konumunda da görülecek olan Salieri, Mozart’tan “sadık bir dostun cenazesinde çalınmak” üzere bir beste talep eder. Gizli bir kimlikle bunu yapan ve beste ilerledikçe Mozart’ın beste yüzünden zayıf düştüğünü gören Salieri, Mozart’ın besteyi tamamlaması için yardım da dahi bulunur. Requiem olarak adlandırılan ve Mozart’ın sonunda güçten düşüp ölümüne yol açan bu beste, Mozart’ın ölüm anında ve cesedinin bir toplu mezara atıldığı anlarda şiddetle hissedilir ve duyulur.

 

“Merhametli Tanrınız! Sıradan birinin, onun ihtişamını az da olsa paylaşmasına izin vermektense kendi canından olanı yok etti..”

Filmin sonlarına doğru, artık yaşlanmış olan Salieri’nin ağzından dökülür bu cümleler. Tüm hikâyeyi anlattığı ve bir tür günah çıkartma olarak ilerleyen sahnelerde, rahibe dönüp bu cümleleri kurar. Ne korkunç cümleler değil mi? Korkunçluğu nerden derseniz haklılığından. Salieri, inandığı Tanrı’yı yendiğine inanıyordu bunu derken. Ondan onun sesini temsil edeni aldığına inanıyordu. Sonsuz bir gücü olan Tanrının, kendinden olanı korumadığını söylüyordu. F. Murray Abraham’ın, oyunculuğunun bu sahnelerde iyice serpilip kendini gösterdiğini belirtmek gerek.

Rahiple aralarında geçen bu sahnelerdeki ilginç bir detay ise sahnelerden birinde Salieri üç beste çalar. İkisi Mozart’a, biri kendisine aittir bu bestelerin. Rahip, Mozart’a ait olan besteleri bilirken kendisine ait olan besteyi bilmez. Bunca uğraşına, hasedine, didinmesine karşılık, savaşı kaybettiğini anlar Salieri, Tanrı’nın sesini yeryüzünden silememiştir. Sesin sahibini öldürebilmiştir sadece. Deha, sahibinin ölümünden sonra bile parıldamaya devam etmiştir. Tanrı’nın sevgisini kazanmış olan ölmüştür fakat Tanrı’nın sesi hayatta kalmıştır.

Rahip: Bir farklılık yaratmaz, tüm insanlar Tanrının gözünde eşit yaratılmıştır.

Salieri: Öyle mi(!)

On dalda toplam on bir Oscar adaylığı alan film, bu adaylıklardan sekizini kazanarak Oscar tarihinde kayda değer bir başarıya imza atmıştır. Karakterlerin bu kadar derinlemesine ve başarılı bir şekilde işlenmesi ve klasik müziğinin filmin üçüncü ayağı olması filmi, alanındaki en başarılı filmler arasına sokuyor. Klasik müziği en çok sevdiren yapımların başında geliyor Amadeus. Birçok müzik tarihçisi, filmin, asıl hikâyeye eklemeler yapılarak çekilmesine karşın, müzik tarihi ve biyografik filmler adına önemli yapımlar arasında olduğunu ve mutlaka izlenmesi gerektiğini belirtmeden geçmiyor.

Taraflı tarafsız herkesten tam not alan film, Mozart-Salieri karşıtlığında, Mozart’ın yanında saf tutmuş gibi dursa da son anlardaki Salieri’nin hareketleriyle, günah çıkartma anında isyanını haklı göstermeye çalıştığı noktalar ile aynı soruyu bir daha akıllara getirip soruyor: Deha mı yoksa cebir mi? Yetenek mi yoksa çaba mı? Bir başka deyişle “Salieri tüm bu isyanında haklı mı?”