24.08.2022
Night on Earth: Beş Şehir, Beş Taksici ve Eşsiz Bir Gece
Mert YILDIRIM
Samimi şekilde işlenen beş farklı hikâye
Son yıllarda Sadece Âşıklar Kalır (Only Lovers Left Alive), Paterson gibi başarılı filmlerle filmografisini genişleten ünlü Amerikalı yönetmen Jim Jarmusch‘un 1991 yılında çektiği ve beş farklı şehirde beş farklı taksi şoförünün yolcularıyla birlikte başından geçen olayların anlatıldığı Night on Earth (Dünyada Bir Gece) filmi, ülkemizde ilk kez sinemaseverlerle buluşuyor.
Filmin başrollerinde Roberto Benigni, Winona Ryder, Gena Rowlands, Giancarlo Esposito ve Armin Mueller-Stahl gibi önemli isimler yer alıyor. Beş farklı hikâyenin samimi bir şekilde işlendiği Night on Earth filmi yıllara meydan okuyan bir başarıya sahip. Jim Jarmusch’un özenle beyaz perdeye aktardığı bu filmde güçlü oyuncu performansları dikkat çekiyor.
Birinci hikâyemiz Los Angeles’ta Winona Ryder ile başlar. Corky (Winona Ryder), külüstür bir takside şoförlük yaparak geçimini sağlamaktadır. Tamirci olmak onun en büyük hayalidir. Taksiye binen müşterisi Victoria (Gena Rowlands) ise bir cast sorumlusudur. Büyük filmlere oyuncu seçmek onun için oldukça zordur. Bir film için Corky’e oyunculuk teklif eder ancak Corky bu teklife sıcak bakmaz. İşini büyük bir aşkla yapmaktadır çünkü. Farklı bir işte çalışmak onun için katlanılmaz bir durum olacağı için Victoria’nın teklifini reddeder. Burada Winona Ryder’ın oyunculuğu oldukça başarılı. Ona cool taksi şoförü olmak oldukça yakışmış. Karakterine uyum sağlama konusunda usta bir iş çıkarmış.
Birinci hikâyede alt sınıf ve üst sınıf arasındaki farklılıkların ortak bir noktada buluştuğunu görüyoruz. Çok zengin bir kadın olan Victoria, Beverly Hills’te yaşıyor. Kader onları buluşturunca ortaya şahane bir hikâye çıkıyor. Taksiler hikâyelerin ortaya çıktığı yerler olarak görülebilir. Çünkü mesafeler en aza indirgendiğinde birey ve onun hikâyesi ön plana çıkıyor.
Amerika’nın karanlık yüzü: Irkçılık
İkinci hikâyemiz ise kendine New York’u mesken edinmiş. Alman taksi şoförü Helmut ile Brooklyn’e gitmek isteyen Yo-yo’nun yolları kesişir. İki farklı insanın yine hikâyeleri oldukça çarpıcıdır. İkinci hikâyenin temposu oldukça yüksek. Mizahi unsurlar izleyenlerin ilgisini çekebilir. Yo-yo’nun oyunculuğu usta oyunculara taş çıkarak cinsten.
Alman Helmut, şehrin yabancısı olarak yaşamaya devam etmeye çalışır. Jarmusch burada bir şehirde yabancı olmanın nasıl bir şey olduğunu vurgulamak istemiştir. Kültür şokuna maruz kalmanın bireyi nasıl değiştirdiği anlatmayı amaçlamıştır. İki karakter birbirine çok zıt olmasına rağmen ortaya çok doğal bir hikâye çıkıyor.
Jarmusch’un bu filminde seçtiği karakter hayatın her alanında görülebilecek türden, sıradan insanlardır. Sıradan insanların da oldukça değerli hikâyeler taşıdığının altını çizer yönetmen. Karakterlerin hikâyelerine yoğunlaşır genel olarak. Çünkü filmin gidişatını bunlar belirlemektedir. İyi bir tempoyla başlayan hikâyeler ortalara doğru coşkulu bir hal alır. Filmin sonlarına doğru hikayelerin temposu giderek düşer. Karakterler de buna bağlı olarak ruhsal değişimler gösterir. Yo-yo’nun baldızı Angela, hikâyeye sonradan dahil olarak oyunculuğuyla göz dolduruyor mesela. İkili arasında geçen konuşmalar zaman zaman argoya kaçsa bile filmin canlı atmosferini korumaya yardımcı olmuştur.
Helmut’un palyaço olduğunu öğrenen Yo-yo ufak bir şaşkınlık yaşar. Helmut hem New York’a hem de taksisine binen bu insanlara karşı oldukça yabancıdır. Kısıtlı İngilizcesi ve kötü şoförlüğü olmasına rağmen samimiyetini onlardan esirgemez. Bu hikâyenin başlangıcında Yo-yo’nun etrafında bir türlü taksi olmasına rağmen hiçbir taksicinin onu almaması Amerika’da yaşanan ırkçılığın farklı bir boyutunu yansıtmaktadır. New York’un o ışıltılı atmosferinin arka planında ırkçılık yer almaktadır. Jarmusch bu hikâyede Amerika’daki bu ırkçılığı da eleştirmektedir. Bu hikâyede komedi ve zıt karakterler bir arada oldukça güzel işlenmiştir.
Her insan ayrı bir hikâyedir
Üçüncü hikâye Paris’te geçer. Burada siyahi bir Afrikalı adam şoförlük yapmakta. Üst sınıfa mensup iki siyahi vatandaş, taksiciye karşı üstünlük yarışına girerler. Aynı ırktan olmasına rağmen iki insanın kendisi dışındaki birine dalga geçer gibi davranması taksicinin hoşuna gitmez. Onları gecenin bir yarası sokakta bırakan şoför, görme engelli bir kadınla karşılaşır. Bu kadına karşı yine önyargılı bir tavır sergiler. Bu hikâyede de önyargı işlenmiştir. Hikâyenin başındaki o iki siyahinin taksiciye olan önyargısı bir virüs gibi yayılmıştır. Bu virüsten taksici de nasibini almıştır. Görme engelli kadına karşı kaba tavrı, onun önyargısını yansıtmaktadır. Görme engelli kadın ise filmin en orijinal karakterlerinden birisidir. Kadının ileri görüşlü tavırları taksicinin tavrına karşı bir tokat gibidir.
Dördüncü hikâye Roma’da geçer. Burada bir rakip ve taksici arasında geçen diyaloglar oldukça ilginçtir. Taksicinin geçmişindeki sır dolu anılar bu hikâye odak noktası olur. Rahibe günah çıkarttırmak isteyen bu taksici yol boyunca hayatında hiçbir ortamda anlatamayacağı şeylerden bahseder. Onun bu anlattıkları hikâyeyi farklı bir yöne sürükler.
Son hikâye ise Helsinki’de geçer. Burada farklı hayatlar yine ortak bir noktada buluşur. Ortak nokta her zaman taksidir. Üç sarhoşla birlikte yolculuğa çıkan taksici başından geçen talihsiz bir olayı onlarla paylaşır. Üç sarhoş ise bu anlatılanlar karşısında üzüntü duyarlar.
Jim Jarmusch için birey önemlidir. Çünkü aslolan bireyin hikâyesidir. Buradan yola çıkarak bu filme imzasını atmıştır. Minimal bir düzlem içerisinde gerçekleşen diyaloglar filmin atmosferine farklı bir hava katmaktadır. Her şehrin manzarası o şehrin karakteristik yapısını da yansıtmaktadır. Farklı sınıflara mensup bu insanlar, sürükleyici hikâyeleriyle filmin can damarıdır adeta.
Jim Jarmusch bu filminde her insanın bir hikâyeden ibaret olduğunu ve bu hayatta birbirinden farklı hikâyelerin yer aldığını anlatmaya çalışır. Tom Waits’in şarkılarıyla filme renkli bir boyut katan Jarmusch, her hikâyeyi büyük bir özenle ele almıştır. Anlatılan bu hikâyelerle yaşamın ne kadar eşsiz olduğunu vurgular yönetmen. Sonlara doğru filmin temposu düşse de başarılı oyunculuklar ve sağlam senaryoyla kendini toparlamıştır. Dünyada bir gece, beyaz perdede izlenmeyi hak eden bir komedi ve dram dozu iyi ayarlanmış, seyredilmesi keyifli samimi bir film olmuş.