27.09.2021

Persian Lessons: Umuda Karşı “İyimser Olmayan” Umut

Hayatta kalmak için neleri uzak görürken zaman içinde kendimize yakın hissetmedik ki?”[i]

Gilles’in hikâyesini anlatmak için Mario Levi’nin romanındaki bu sözünden daha uygun bir söz bulamadığım için söze bununla başlıyorum. Gilles (Rıza) hayatta kalmak için sıfırdan bir dil üretip/uydurup bunu da “Farsça” diye anlatan -deyim yerindeyse yutturan- bir konumdadır. Yahudi olduğunu gizlemek ve yaşamak için tam anlamıyla buna mecbur kalmıştır. Yahudi soykırımıyla ilgili o kadar çok film yapılmıştır ki artık yapılan yeni filmlerde -kült olanları hariç tutarsak- bir farklılık yeni bir bakış açısı bekliyor insan. Persian Lessons filmi bu meseleye dair yeni bir söz söyleyen bir yapıya sahip. Bu yapıyı Vadim Perelman “yaratıcılık” mefhumu üzerinden kuruyor.

“Yaratıcılık bilinci yoğunlaşmış insanın kendi dünyasıyla karşılaşmasıdır.”[ii] der Rollo May. Rollo May’in de belirttiği gibi yaratıcılık bir karşılaşmadan doğar ama nasıl bir karşılaşma? Yaratıcılığın pratikte eyleme döküldüğü şekillere göre değişebilir bu karşılaşma eylemi de. Bazen kişi kendi dünyasıyla karşılaşır bazen ise bir tehlikeyle. Yaratıcılık kimi zaman “kriz”den de doğar. Aynı Persian Lessons filminde olduğu gibi. Kişinin hayatta kal(a)mayacak olması onun için büyük bir krizdir. Bu krizden kurtulmak için düşünmeye başlar. Yaratma eylemi bu düşünmenin akabinde ortaya çıkar. Kişi içinde bulunduğu durumdan çıkabilecek bir yaratı tasarlamıştır ve onu uygulamaya geçer. Ancak bunu uygulaması hiç kolay olmayacaktır.

İmkansızlıktan imkan yaratmak

Bazen insan çıkış yolu bulamayacağı bazı anlar yaşar. Burada verdiğimiz tepkiler çıkış için pek bir elzemdir. En çıkış yolunun nâmümkün olduğu bir şeyden çıkmak bazen mümkün olabiliyor. Bunu da “imkansızlıktan imkan yaratarak” mümkün kılıyoruz. Bize buna, bunu kavrayışımız zemin hazırlıyor. Film bir bakıma “umuda karşı umudu” yansıtıyor. Hem Klaus Koch hem de Rıza’nın bir umudu var. Aslında umutları aynı minvalde. İkisi de gitmek istiyor. Ama birbirlerinin karşısındalar. Rıza’nın umudu daha güç çünkü Rıza’nın tek gayesi hayatta kalmak ve bunu sürdürmek göründüğünden çok daha güç.

Rıza’nın umudu aynı zamanda “iyimser olmayan bir umut”ken, Klaus Koch’unki tam anlamıyla iyimser bir umuttur. Koch da gidip lokanta açma hayali kurarken bunu gerçekleştireceğine inanan bir konumdadır. Rıza ise korkmaktan yorulmuş bir umudu taşımaktadır. İyimser kişi mevcut olguların kendi iyimserliğini desteklemediğini görüp bunu kabul ettiği zaman bile coşkusuna halel gelmeyebilir. İyimser kişi sadece umutları ve beklentisi yüksek olan bir konumlanışta değildir öyle ki bazen kötüyü meşru bile gösterebilir. Bunun adı “abartılı iyimserlik”tir. Koch sonuna kadar bu abartılı iyimserliği üzerinde taşır. Nihayetinde bakacak olursak bu iki kişi üzerinden umudu da böyle okumlayabiliriz.

Bir dil iki kişi

Rıza’nın yarattığı “Farsça olmayan Farsçayı” sadece iki kişinin biliyor olmasını göz önüne alırsak varolmayan ve asla varolmayacak bir dil tahayyülünü ekrana başarıyla yansıtıyor Vadim Perelman. Bazı holokost filmi klişelerini görmüş olsak da bu, filmin değerini asla düşürmüyor. Perelman bir holokost filmi çekerek aslında aynı Rıza’nın gösterdiği gibi bir cesaret örneği sunuyor. Filmin müzikleri ise şahane, özellikle o vurucu olan son sahnede çalan “2840 names” şarkısının tam o sahneye denk getirilişi ise çok akıllıca bir seçimdi.

Persian Lessons, bizlere yaratma ve cesaret kavramlarının bir araya gelişinin somut halini çok başarılı bir şekilde yansıtıyor. Rıza’nın yakalandığı sırada hızlı bir şekilde düşünüp böyle bir şey yaratması ve bunu uygulaması aynı zamanda bunu uygularken yaşadığı zorluklar göz önüne alınınca bu film; hayatta kalma içgüdüsüyle yaşam(a) arzusunun birleşip ortaya aklın almayacağı bir sonuç çıkartıyor. Yaratıcılığın bir sınırının olmuyor oluşu bundan daha iyi anlatılamazdı. Holokost filmlerinin en özgünlerinden bir tanesi.

[i] Mario Levi, Bu Oyunda Gitmek Vardı, Everest yay, 2015.
[ii] Rollo May, Yaratma Cesareti, çev: Alper Oysal, Metis yay, 2018, s.76.