26.09.2022

Sen Ben Lenin: Dönüş(türül)en Lenin’in Ardındaki Biz

Bir şeyi değiştirmek yahut dönüştürmek ne demektir? Bu ikisi aynı anlama mı gelir? Bir bakıma dönüştürmek, değiştirmenin kapsamı altındadır. Buna “dönüşümsel değişim” deriz. Bu kavram, gelişimsel değişim ve geçişsel değişimden ayrılır. Dönüşümsel değişim kültürel boyutta bir değişime işaret eder. Bir olma hali niteliğini haizdir. Radikaldir ve menzili uzundur. Farklı bir şeye dönüşmüştür. “Sen Ben Lenin” filminde dönüşümsel değişimi görürüz. Filmde görürüz ki, Lenin salt “Lenin” olmaktan çıkarılıp bir metaya dönüşür. Bu meta aracılığıyla filmin bize sunduğu donelere bir bakmak gerekir.

Sen Ben Lenin’i bir Türkiye portresi olarak okumakla kendimizi sınırlarsak filme biraz haksızlık etmiş oluruz. Umudun ve acının aynı potada eritildiği bir finale sahip bu film için çok başka şeyleri konuşmamız gerekir. Bir kere Lenin filmde neyi temsil ediyor, bunu doğru okumamız elzem. Lenin’e ulaşmak için gidilmesi gereken yolu da göz ardı etmemeli. Berber Ahmet ile Lenin’i karşılıklı konumlandıran şey nedir? Lenin “Lenin” olmayı başarırken Berber Ahmet niçin “Berber Ahmet” olamıyor, neden onun üstünü örtüyorlar?

Bizim Çıkardığımız Anlam Nedir?

Şöyle bir baktığımızda Lenin heykeli herkesin nemalanmak istediği bir taş parçasından ibaret aslında. Ona atfedilen anlamlar ise atfedene göre değişmekte. Filmde her ne kadar memleketimden insan manzaralarını görsek de onların filmin yan unsuru olduğunu unutmamalı, asıl unsuru da göz ardı etmemeliyiz. Filmin ana ögelerinden bir tanesi olarak “anlam” karşımıza çıkar. Lenin heykeline atfedilen anlam öne çıkıyor burada. Anlamın kimi zaman bulanıklaştığı, kimi zaman da muğlaklaştığı bu filmde Lenin’e yüklenen çeşitli anlamları görürüz. Peki biz kendimizce bu anlamlardan hangisini çıkarırız?

Biz Neredeyiz?

Tek mekanda geçen çoklu sorgu sahneleriyle akıllarda kalacak olan bu film verdiği mesajla Türkiye’nin politik tarihine de göz kırpar niteliktedir. Birçok farklı karakter filmin içinde kendi yolunu çizmeye çalışıyor. Ancak yol “yol” gibi de değil pek. Yol dışında bir sürü şeye benzeyen bu yapı karakterlerin ilerledikçe kaybolmalarına da zemin hazırlayan cinsten. En sonunda bu yapı öyle bir kontrolden çıkar ki herkes kendisini dipsiz bir kuyuda bulur. Peki biz nerede konumlanıyoruz? Dönüştürülen Lenin nerede, biz neredeyiz?

Bu sorular aslında bir bakıma başka soruların da tetikleyicisi oluyor. Başka sorular da öbürlerinin. Haliyle bitmeyen soru zincirleri karşısında kalıyoruz. Bir kere ilk soruyu atlamamak gerek. Lenin’i kim neden dönüştürmek ister? Onu kullanarak ondan yararlanmak isteyen siyasilerden tutun, fırsatçılara kadar birçok kesim buna taliptir. Peki biz ne yapmak istiyoruz? Lenin’i korumak mı yoksa ondan faydalanmak mı gerekir? Yahut onu yok saymak mı? Evvela Lenin’den önce Berber Ahmet Abi’yi bulmak icap eder. “Acının simgesi” olan berberin filmdeki rolü, “umudun simgesi” olan Lenin gibi çok kritiktir. Aslında “acının simgesi” ne acının simgesidir ne de “umudun simgesi” umudun simgesidir. Ortada bir simgesel boşluk söz konusudur. Lenin’e ulaşmak için önce Berber’e ulaşmak gerekir yani umuda ulaşmak için önce acıyı tatmak, onu takip etmek icap eder. Filmi Türkiye portresinden alıp götüren şey de budur zannımca. Berber’i sadece işkencelere uğramış yahut faili meçhule giden birisi yerine koymaktansa onu daha evrensel bir simgeyle iştigal etmek gerekir.

Yukarıda zikrettiğim gibi bu simge de olsa olsa “acı”dır. Film bu yönüyle bir açıdan palyatif toplum portresi çizer. Bu portrenin içinde tedavisi mümkün olmayan bir durumda acılarını gidermeye çalışan bir toplumla baş başa kalırız. Lenin heykelinin umudun simgesinden acının simgesine dönüşümüne de şahit oluruz. Peki bu dönüşümün ardında kalan bizim buna nasıl tepki vermemiz icap eder? İşte bu da bir merak konusu…