24.08.2022
Solaris: Bir İnsan Bilime Neden Yönelir
Eren İŞLER
Solaris filmi, eksenine aldığı konular itibariyle “Bir insan bilime neden yönelir?” sorusunun altını kazırken bilinçdışının bilince üstün olduğunu adeta bilinmeyenin bilinene olan üstünlüğü gibi göz önüne seriyor. “Bizi bilime yönelten karanlığı aydınlatma isteğimiz midir, yoksa geçmiş travmalarımızın veya yaşantımızın üzerini örtüp yeni bir başlangıç yapma isteği midir?” sorusunu soruyor.
Nesneleri merkezine alan bilim devamında bilimsel metodun deneysellik koşulları içinde öznel olan bu sorulara nasıl cevaplar verirdi, cevap vermek ister miydi? Yoksa odağına almamalı mı? Bu soruları odağına almazsa peki ne olur? Bu filmin yalnızlık veya bir aşk hikayesi ile bağlantılı olduğunu düşünmüyorum. Geçmiş yaşantımızın ve travmalarımızın gelecek yaşantımıza egemen olmaması için bilinçlenme yönüne gitmek bize değişimin kapısını aralayacak çözüm müdür? Yoksa bu bir çeşit kendimizden kaçış olup ölüme yaklaştığımızı hissettiğimiz an yakamızda belirip kendi hiçliğimizle yüzleştirmeye çalışacak şeyden başkası değil mi? Film, bu hissiyatın ekseninde dönerken yavaş akışıyla bu düşünceleri kavramamız için zemin hazırlıyor.
Bilime adanmış hayat
Bilime adanmış bir hayat özünde nedir? Öznel sıkıntılarıyla yüzleşemeyenlerin kendini bilime adaması bir vicdan rahatlatma aracı mıdır? Kendinde eksik olanı arzulayan birinin tüm çabalarının bu arzuyu öldürmek yönünde işlemesi gibi bir çıkmaz mıdır bu yönelim? Bu soru gayet öznel olduğundan nesnel anlamda cevap verilemez durumdadır ve deneyimlenebilir bir durum olduğundan bilimin değil metafiziğin alanına girer. Her öznel durum deneysel bir yöntemle ölçülemez. Ölçülebilseydi eğer psikiyatrik ilaçların yan etkileri gibi sözde önemsenmeyecek olurdu. O ilaçlarla tedavi olanlar için ise göz ardı edilemeyecek hale gelirdi.
Geçmişin karanlığının, geleceğe egemen olmaması için, belirli alanlarda mücadele etmek bizi yüceltip güçlendirecek mi? Yoksa bu uğraş adeta bir kaçış gibi devamında bizi rahat bırakmayıp her seferinde bizi kendimizle yüzleştirmeye mi çalıştıracak?
Filmde, gece görülmemesi istenen rahatsız edici rüyalar hakkındaki çözüm yöntemleri, bu soruların birer yansımasını oluşturuyor. Bir diğer nokta “matris” olarak adlandırılan ve sorduğu sorulara cevap verildiğinde daha fazla insan olacağı söylenen kadın yanılsaması üzerinden görüyoruz. Sorular ana karakterimizi matris olanla özdeşleşmeye zorluyor. Solaris bilimcilerin cevap vermemelerini istemesi ise önemli bir ayrıntı çünkü şu sorular bütününe işaret ediyor: “Nesneleri odağına alan bilimin nesnel bakış açısı zamanla insanı nesneleştirme gayesinde olmayacak mı? Devamında nesneleşen insan bir şekilde kendine ve topluma yabancılaşmayacak mı? Bilim karanlığı aydınlatma yolunda ilerlerken farkında olmadan yabancılaşmayı körükleyerek içinde bulunduğumuz kapitalist sistemin temellerini güçlendirmeyecek mi? Özne zamanla bir nesne gibi olmayacak mı? Zamanla bilimden yana olan tutum değişip insan doğası ve duygularına bir o kadar yabancı ve insanın zayıflığını kabullenemeyen türden bir şekle mi bürünecek? Eğer bu şekle bürünmeyecekse, matrise cevap verilmesini istemeyen Solaris bilimciler, özdeşleşmemek için yabancılığını korumaya devam etmekte neden bu kadar kararlılar?”
Dostoyevski etkisi
Dostoyevski üzerinden devam eden tartışma bir kabullenemeyişin yansıması olarak vücut buluyor. O kabullenemeyiş, cevap verilemeyecek gibi gözüken konuların gizeminden kaçışı simgeliyor. Kesin bir doğrultusu olmayan muallak cevaplar, bilincimizde belirdiğinde neden bir kesinlik arayışına gireriz ve muallak olan üzerine konuşmak istemeyiz? Kesinliğin bir doğrultusu olduğundan mı yoksa bir doğrultuda olma ihtiyacımız yüzünden mi? Bir doğrultuya ait olma ihtiyacımız doğrultusuzluğun getirdiği boşluktan daha konforlu olduğu için mi? Bazı soruları sorabilmek cevaplarına erişmekten daha fazla ufkumuzu genişletebilir, bu cesareti yitirmemek önemli bir nokta.
Son olarak filmde birtakım dolayımlı bağlantılar vücut bulurken benim zihnimde farklı çağrışımlara sebebiyet verdi. Hayat boyu merak duyduklarımız devamında can sıkıntısına, belirgin olarak gördüklerimiz zamanla belirsizliğe ve en kötüsü hayattaki diyalektik akış zamanla bir şekilde aynının ebedi tekerrürüne mi dönüşecek? Bu soruların cevaplarını her arayışımda, metafiziğin insan hayatında her daim baskın bir şekilde yer edeceğini daha net görüyorum. Bir diğer gönderme olan Tarkovski’nin Don Kişot göndermesi ise çok ayrı bir yere işaret ediyor. Solaris bilimle uğraşanlar bir arpa boyu yol ilerlemeyip hiçliğiyle yüzleşemediği bir gerçekliğe mi ilerliyor? Belki sorulması gereken bir başka sorudur.